ABD,  Analiz,  Avrupa Birliği,  Enerji,  Genel,  Orta Doğu,  Rusya,  Savunma,  Türk Dünyası

NATO’nun Genişlemesi ve Önümüze Gelen Fırsatlar

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının ardından Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılmak istemesi gündeme bomba gibi düştü. Türkiye’nin bu konuda çekinceli davranması ise bütün gözleri üzerimize çevirdi. Burada öne çıkan iki önemli konu var. Birincisi bir dönem NATO’dan çıkalım tartışmalarının ardından, aslında uluslararası örgütler içinde yer almanın ne kadar önemli olduğu ve yeri gelince bir ülkeye başka hiçbir şekilde sahip olamayacağı fırsatlar sağlayabileceği gerçeğinin gün gibi ortaya çıkmasıdır. Diğeri ise İsveç ve Finlandiya konusunda Türkiye’nin son derece haklı talepleridir. Fakat haklı olduğumuz konuları diplomatik olarak yönetebilme konusunda yaşadığımız bazı tecrübeler insanın yüreğini ağzına getirmiyor da değil hani.  Çünkü iyi kartlara sahip olmak değil, kartları iyi kullanma becerisi oyunun sonunu belirler.

İsveç’le ilgili en önemli rahatsızlığımız PKK konusunda elbette. PKK’yı operasyonel anlamda bitirme noktasına geldiğimiz bu anlarda, PKK ve destekçilerinin eylem ağırlıklarını politik alana kaydırması ve bunun için Avrupa’da en rahat hareket edebildikleri İsveç’i giderek bir üs haline getirmeleri olasılığı giderek artıyor. Tam bu sırada önümüze düşen bu fırsat yüreğimizin neden ağzımıza geldiğinin açıklamasıdır.
İkinci olarak NATO kapsamında sessimizi yükseltirken aslında kendimizi duyurmak istediğimiz en önemli muhataplarımızdan biri de ABD’dir. Türkiye’de ABD’ye olan yaygın güvensizlik NATO’nun genişlemesini çok arzulayan ABD’ye karşı bir tepki olarak diğer ülkelere yansıyor. Bu durumda süreci iyi yönetirsek hem İsveç’ten PKK hakkında, hem de ABD’den örneğin F-35 projesine dönmemize yeniden onay almamız gibi konularda bazı kazanımlar elde edebilmemiz mümkün.

Fakat bu vesile ile elimize geçen kartların Batı ile ilgili tüm sorunlarımız çözmeye yetmeyeceğinin de farkında olmamız gerekiyor. Çünkü İsveç, Finlandiya, Danimarka, Norveç gibi ülkelerde devlet olabildiğince geri planda sivil toplum ve özgürlüklere tanınan alan ise dünyanın en üst sıralarındadır. Bu nedenle bu ülkelerde görülen İslamofobi ya da FETÖ’cüler gibi konuları devletler arasında yapılacak anlaşmayla çözebilmemiz pek mümkün değildir. Yani bu toplumların ne siyasal kültürleri ne de devlet yapıları buna elverişlidir. Fakat özellikle İsveç İnterpol listesinde yer alan arananları teslim ederek bir orta yol sağlayabilir.  Tabi tüm bunlar, rahatsız olduğumuz konuları en üst perdeden dile getirmemizin önünde de bir engel değildir.  Hatta bunu mutlaka yapmalıyız, yapıyoruz da.

Pazarlıkta usül açılışı en üst perdeden yapıp makul olanı almaya çalışmaktır. Uluslararası siyaset gibi üst düzey politik bir alanı TV’de siyasal magazin haline getirmek ve kör hissiyat ile tartışmaya açmak, orta ve uzun vadeli milli çıkarlarımızı zedeler. Bırakalım Rusya kendi korkularını kendi dile getirsin, TV’de bazılarının yaptığı gibi başkalarının çıkarlarını dava etmek, üstelik de bir NATO ülkesi olarak işgalci ve saldırgan bir ülke ile empati yapmak da neyin nesi! Bu vesile ile uluslararası örgütler ve NATO hakkında bazı bilgileri paylaşmayı yararlı buluyorum.

Devletleri bir araya getiren ortak çıkarların başında ekonomi ve güvenlik ihtiyaçları gelir. Nitekim bu konularda dünyanın her bölgesinde dört yüzün üzerinde  uluslararası örgüt kurulmuş olmakla birlikte hepsi aynı oranda işlevsel ve başarılı değildir. Ayrıca Uluslararası Örgütler aynı şirketler ya da kooperatifler gibi sadece ilgili alanlarda ve kendilerini kuran devletlerin izin verdiği ölçüde yetkilere sahip olan kuruluşlardır. Hareket sahalarının sınırlarını kuruluş sözleşmeleri belirler. Bunun dışına çıkamazlar.

Uluslararası alanda en büyük güvenlik örgütlenmesi olan BM’in ardından ondan daha fazla işlevsel bir dokuya sahip ikinci örgüt ise NATO’dur. Fakat bugün otuz kadar üyeye sahip NATO hakkında çok sayıda hatalı bilgi ve yanlış algı da bulunuyor. Bunlardan ilki NATO ofansif bir örgütlenme değil defansif bir örgütlenmedir. Amacı üyelerinin saldırı kapasitelerini geliştirmek değil bir güvenlik topluluğu oluşturarak caydırıcılığı artırmaktır. Nitekim NATO’nun kurulduğu tarih olan 1949’dan günümüze kadar geçen 70 yıl içinde gerçekleştirdiği tek askeri harekât 1999’da Yugoslavya içindeki stratejik hedeflerin bombalanması olmuştur.

Dünyadaki diğer güvenlik örgütleri ile karşılaştırıldığında NATO’nun daha dayanıklı bir örgüt olmasının ardındaki neden ABD gibi bir askeri devin NATO’nun en büyük finansörü olması ve üye devletlerin liberal demokrasi gibi daha homojen bir siyasal kültüre sahip olmalarıdır. Arap Birliği, Afrika Birliği, Bağımsız Devletler Topluluğu hatta İslam İşbirliği Örgütünün başarısız olmalarının bir nedeni de karşı karşıya oldukları güvenlik sorunlarının önemli bir kısmının kendi üyeleri arasında gerçekleşiyor olmasıdır. Buna karşın NATO ortak bir güvenlik kültürü geliştirmeyi başarmış kendi üyeleri arasında Türkiye-Yunanistan arasındaki gerginlik ve anlaşmazlıkların dışında fazla bir sorun yaşamayan yekpare bir örgüt olmayı sürdürmüştür.

ABD’nin NATO içindeki ağırlığı ise çok sayıda üye devleti rahatsız etmekle birlikte neticede “parayı veren düdüğü çalıyor” tabi. Peki, ABD’nin örgüt içindeki bu pozisyonuna karşın NATO’yu önemli ve cazip kılan nedir?

Öncelikle tüm NATO üyelerinin askeri harcamaları dünyadaki savunma harcamalarının %70’inden fazlasını teşkil eder ve NATO anlaşmasının Beşinci maddesine göre NATO üyelerinden birine yönelik, başka bir devlet tarafından dışarıdan yapılacak bir saldırı tüm üyelere yönelik bir saldırı olarak kabul edilecektir. Bu nedenle NATO’nun caydırıcılığı oldukça fazladır. Bu maddenin işletilmesi için saldırının başka bir devlet tarafından gerçekleştirilmesi ve askeri karşı tedbire geçilmeden önce NATO sözleşmesinde vurgulanan diplomatik süreçlerin de tüketilmesi gerekmektedir. Şimdiye kadar böyle bir durum yaşanmadığı için doğrusu bu maddeyi test etme imkânı da olmamıştır.

NATO’nun önem taşımasının diğer bir nedeni de dünyada nükleer silah kapasitesine sahip olduğu bilinen dokuz ülkeden üçünün NATO ülkesi olmasıdır.  Bu nedenle ABD, İngiltere ve Fransa’nın örgüt içindeki itibarı oldukça yüksektir. Türkiye ise NATO’nun Avrupa’daki en kalabalık ve büyük  konvansiyonel gücüne sahip olması nedeniyle önemli bir ülkedir. Ayrıca Türkiye, Ortadoğu, Orta Asya, Kafkasya gibi dünyanın önemli sorun alanları ile NATO arasında bir tampon oluşturması sebebiyle gözden çıkartılmak istenmeyen bir ülkedir. Bütün bunlara Türk askerlerinin NATO içinde disiplin ve harekât becerisiyle çok iyi bir üne sahip olmasını da mutlaka eklemeliyiz.

Ayrıca NATO, üye devletler arasında ortak bir sosyo-politik alan oluşturduğu için savunma ve silah teknolojileri konusunda tecrübe paylaşımının yanı sıra taktiksel ve stratejik anlamda Türk ordusunun harekat kabiliyetini sıcak tutmasına ve geliştirmesine yardımcı olmaktadır. Nitekim herkes evinde rahat otururken Türk askerleri her yıl çok sayıda tatbikata, eğitime katılmakta, başka ülkelerin askeri kurumlarında temsilci bulundurmakta ve operasyonel görevlerde yeteneklerini geliştirmektedir. Şimdiye kadar Türk Silahlı Kuvvetlerinin başta İSAF ve Akdeniz’de devriye görevi olmak üzere üstlendiği görevlerde göz doldurucu başarılar sergilemesinde bu canlılığın önemli katkısı var. Yani uzun sözün kısası NATO’dan faydalanıyor olmak için illa bir savaş çıkması gerekmiyor.

Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir