Koronavirüs Sürecinde Kamu Politikaları
Çin’in Wuhan kentinde başlayıp ardından tüm dünyayı etkisi altına alan Koronavirüs, devletleri hem o pandeminin yayılmasını sınırlamak hem de kitlelerin sağlığını korumak ve üretim faaliyetlerini sürdürmek için birtakım radikaller kararlar almaya zorladı. Bazı devletler olağanüstü hâl ilan edip sokağa çıkma yasakları uygularken, bazıları da üretim faaliyetinin bir parçası olan kişilere yönelik daha koruyucu ve sınırlayıcı uygulamalar koyarak, kriz sürecini daha etkin bir şekilde yürütme eğilimi gösterdi. Ülkemizden örnek verecek olursak, sokağa çıkma yasakları, filyasyon uygulamaları (temaslı takibi), bazı işyerlerinde kapalı çalışma sistemin geçilmesi, Hes Kodu uygulaması ile şüpheli ve
temaslıların takibinin sağlanması, belirli yaş grubuna yönelik sokağa çıkma yasakları, belirli kitlelerin temel ihtiyaçlarının kamu personelleri ve gönüllü bireylerce karşılanması (Vefa destek grupları) pandemi sürecinde alınan kararlardan bazıları. Aynı zamanda, pandeminin ilk dönemlerinde Sağlık Bakanlığı gayet doğru bir karar ile özel hastaneleri de pandemi ile mücadele sürecine dahil ederek
hem kamu hastanelerinin yükünü azalttı hem daha fazla insanın sağlık hizmetlerine erişmesini mümkün kıldı. Avrupa’daki bazı devletlerde özel hastanelerin kamulaştırılması girişimi ise akıllara şu soruyu getirdi: ‘’ Koronavirüs neoliberal politikaların çöküşüne mi sebep oldu?’’ Ülkemizde Yap-İşlet-Devret, Kamu-Özel sektör iş birliği projeleri ve özelleştirmeler temel bağlamda neoliberal
uygulamalara örnek olarak gösterilebilir. Neoliberal politikaların temel varsayımı devletin küçülerek sorumluluk ve hizmet alanının özel sektör/sivil toplum tarafından üstenilmesi ve devlet yatırımlarının kamu harcamalarından ziyade daha farklı alanlara yöneltilmesidir. Başka bir deyişle, neoliberalizm devlete karşı özel sektörü ve sermayeyi önceleyen bir yaklaşım sergilemektedir ancak bu sefer şöyle
bir ikilemle karşı karşıya kalmaktayız: ‘’ Temel amacı karlılık olan özel girişimler, devlet tarafından sunulan kamu hizmetlerini -varoluşlarına aykırı bir şekilde-eşitlik, sürdürülebilirlik ve şeffaflık bağlamında vatandaşlara sunabilir mi?’’ Neticede, devletin vatandaşlara hizmet sunumunda göz ettiği temel ilkelerden birisi eşitliktir ve devlet kar etmekten ziyade (kimi devlet yatırımları hariç)
vatandaşa makul bir ücret karşılığında veya ücretsiz bir şekilde kamu hizmeti sunar. Özel girişimlerin kâr amacını göz ardı edip vatandaşlara hizmet sunmasını beklemek ve bu hizmetin tüm ülke genelinde eşitlik ilkesi doğrultusunda sunulmasını istemek ne kadar gerçekçi bir yaklaşım olabilir? Pandemi sürecinde gördük ki bir kamu hizmeti olarak sağlık hizmetlerinin devlet tarafından
sunulması, vatandaşlarının ücretsiz ve daha etkin bir şekilde hizmete erişimini mümkün kılmaktadır. Bakanlık tarafından test ücretleri için bir fiyat uygulaması mevcutken pek çok özel hastanede değişen ve aralarında radikal farklılıklar bulunan ücret politikalarına karşın, kamu hastaneleri tedavi sürecini ücretsiz karşılamaktadır. Bu durum bize açıkça göstermektedir ki bir kamu hizmeti olarak sağlık hizmetlerinin kamu tarafından sunulması yalnızca hizmete erişimi değil aynı zamanda hizmetin denetim ve şeffaflığını da olumlu etkilemektedir. Koronavirüsün etkilerini keskin bir şekilde hissettiğimiz diğer alanlar ise ekonomi ve iş hayatı olmuştur. Pandeminin ilk dönemindeki sokağa çıkma yasağı ile birlikte birçok işletmenin zarara uğradığını ve ayakta durmak için kredilere
yöneldiğini söyleyebiliriz. Ayrıca, pandemi ile birlikte döviz fiyatlarındaki artış ve yabancı
yatırımcıların tutumları, ekonominin seyrini oldukça olumsuz etkilemiştir. Devletin, pandeminin ilk dönemlerinde ilan ettiği ve hâlâ da uygulanan işçi çıkarma yasakları, kendi içinde birtakım çelişkileri de barındırmakta. Ücretsiz izne çıkarılan ancak istifa edemeyen, istifa etse dahi kıdem tazminatı alamayan işçiler, kimi zorlu şartlarda çalışmaya devam etmektedir. Bu süreçte devletin işverenin yükümlülüklerini azaltması, borç erteleme girişimi ise ancak bir noktaya kadar uygulanabilir. İşsizliğin çift haneleri olarak açıklanması ve Yeni Ekonomik Program (YEP), kapsamında 2021 ve 2022 yılları için döviz, enflasyon işsizlik ve cari açık öngörüleri önümüzdeki dönemde ekonomik toparlanmanın sınırlı bir şekilde olacağını göstermektedir. Bu süreçte ülkemizin de dahil olduğu birçok devlet kimi grup ve kitleler için (dezavantajlı bireyler, ekonomik durumu iyi olmayan vatandaşlar, göçmenler vb.) yardım paketleri açıklamış ve insanların temel besin maddeleri, maske ve dezenfektan gibi pandemi sürecinde hayati bir rol oynayan araçlara erişimini mümkün kılmıştır. Pandemi aynı zamanda esnafları da olumsuz etkilemiş birçok esnaf kepenk kapatmak zorunda kalmıştır. Pandemi, sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma modeli için bir fırsat olabilir mi ya da üretim toplumu olmanın
önemini pandemi nasıl gösterdi?Öncelikle, pandemi ile birlikte e-ticaret sitelerinin kullanımı ve online alışveriş platformlarına yönelim arttı, bunun en önemli sebeplerinden birisi insanların fiziksel olarak satın alma eğiliminde bulunmak istememeleri (kendilerini korumak istemeleri). Son yıllarda
giderek artan e-ticaret hacmi pandemi ile birlikte daha da ilerleme gösterdi. Diğer bir durum ise sürdürülebilir bir ekonomik model. TESK Başkanı Bendevi Palandöken, üniversitelerin kapalı olması sebebiyle esnafların milyarlarca zarar ettiğini belirttiği konuşması akıllara şu soruyu getirmekte:’’
Birçok ilin ekonomisi üniversitelere ve dolaylı yoldan üniversitelerdeki öğrencilere dayanmakta, birçok ildeki üniversiteler kapatılsa şehrin geleceği ve ekonomisi bu durum karşısında nasıl etkilenecektir?’’ Neticede, Yüksek Öğrenim Kurumu’nun açıkladığı raporda ülkemizde neredeyse 8
milyon lisans, 400 bin yüksek lisans ve 100 bin doktora öğrencisi bulunmaktadır. Bu istatistikleri göz önünde bulundurduğumuzda, üniversite öğrencilerinin harcama ve satın alma eğilimleri bulundukları
bölgenin ekonomik durumunu olumlu etkilemektedir ancak pandemi ile uzaktan eğitime geçilmesi ve pek çok üniversitesinin online eğitim kanallarını tercih etmesi üniversitede faaliyet gösteren birçok
özel girişiminin olumsuz etkilenmesine sebep oldu. Sonuç olarak, iş hayatındaki pek çok değişimin pandemiden sonraki süreçte de hayatımızın bir parçası olmaya devam edeceği fikrindeyim. Uzaktan çalışma/kısmi çalışma, uzaktan eğitim gibi değişimler ilerleyen dönemlerde yine hayatımızın bir parçası olacak. Ayrıca, pandemi sürecinde ‘’Sosyal Devlet’’ olgusunun ne kadar önemli olduğunu hem ülkemizde hem dünyadaki örnekleri ile gördük. Kamu hizmetlerinin özel sektör tarafından karlılık
durumu göz ardı edilerek sunulmasını beklemek, oldukça iyimser bir yaklaşım olacaktır. Ayrıca,
devletin sağlık ve eğitim gibi kimi alanlarda daha fazla sorumluluk üstlenmesi gerektiğini
düşünüyorum. Pek çok öğrenci çeşitli sebeplerden dolayı (ekonomik durum, coğrafi koşullar, alt yapı yetersizliği vb.) eğitim olanaklardan etkin bir şekilde faydalanamıyor, Milli Bakanlığı’nın da bir parçası olduğu öğrencilere tablet dağıtım kampanyası ise bu süreçteki olumlu şeylerden biri. Keza, pandeminin ilk dönemlerinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın ve bazı üniversitelerin internet paketi sunma girişimleri, fikrimce yüz yüze eğitim faaliyetleri başlayınca dek sürdürülmeli. Bu süreçte internet
erişimi bir hak olarak değerlendirilmeli ve devlet bilişim şirketleri ile iş birliğine giderek internet erişimini öğrenciler için mümkün kılmalı. Nitekim, bu alanda faaliyet gösteren sendika ve oluşumlar, ülkemizde birçok öğrencinin online dersleri takip etmek için yeterli tablet/bilgisayar sahibi olmadığını, internet erişiminin sınırlı olduğunu göstermekte. Bu süreçte, Milli Eğitim Bakanlığı’nın EBA ve online kanallar aracılığıyla eğitim faaliyetlerini daha etkin bir şekilde sürdürmesi eğitimin daha geniş kitlelerce erişilebilir olmasını mümkün kılıyor. Pandeminin hayatımızda neden olduğu en
önemli değişiklerden birisi de fiziksel mesafenin ve fiziksel etkileşimin sınırlandırılması oldu.
Neticede, küreselleşme ile birlikte adeta ülkeler ve toplumlar arasındaki sınır ve farklılıklar kaldırılmış ve bireyler olarak çok daha büyük ve kapsamlı bir oluşum parçası olmaya başlamıştık. Ne yazık ki pandemi ile insanlarla fiziksel etkileşimimiz minimum düzeye indi ve daha sınırlı, tanımlı bir fiziksel
çevrenin bir parçası olmaya başladık. Sadece insanlar değil, devletler de hem kendi içinde hem de uluslararası alanda etkileşimi sınırladı. Pandemi bize etrafımızdaki sınırların varlığını üzücü bir şekilde anımsattı diyebiliriz.