Analiz,  Avrupa Birliği,  Enerji,  Rusya

KÜRESEL SİSTEM BAĞLAMINDA BİRLEŞMİŞ MİLLETLER

 

GİRİŞ

     Uluslararası örgütler açısından en önemli aktör olan Birleşmiş Milletler, küresel sistem düzeyinde “bir hukuk düzeni olmaktan çok, siyasi bir sistem olarak ön plana çıkmaktadır.” 193 üye devlete ulaşan Birleşmiş Milletler; dünya barışını ve güvenliğini, sosyal ilerlemeyi, yaşam standartlarını yükseltmeyi, insan haklarını desteklemeyi, savaşları ve barışa dönük tehditleri önlemeyi, ülkeler arasında dostane ilişkiler kurmayı, uluslararası ekonomik ve sosyal işbirliğini sağlamayı, adalet, güvenlik, ekonomik kalkınma ve sosyal hakları tüm ülkelere eşit oranda sağlama gibi temel amaçlar doğrultusunda 1945 yılında kurulmuştur.

 

BÖLGESEL VE KÜRESEL KRİZLERDE BM’NİN ROLÜ

    Tarihsel geçmiş incelediğinde; bölgesel ve küresel düzeyde yaşanan savaş, çatışma, uyuşmazlık, silahlanma, soykırım ve dünya barışını tehdit edebilecek  konularda Birleşmiş Milletler yapısının etkisiz kalması, var olan temel sorunları derinleştirerek kaos sürecini genişletmiştir. Bu doğrultuda, 1947 yılında İsrail’in kurulması ile başlayan Filistin sorunu, 1950 yılında yaşanan Kore Savaşı, Sovyetler Birliği’nin 1956 yılında Macaristan’ı, 1968’de ise  Çekoslovakya’yı ve 1979 yılında Afganistan’ı işgal etmesi, 1962 yılında patlak veren Küba füze krizi, 1963-1973 yıllarındaki Vietnam Savaşı,1980 yılında Irak’ın İran’ın topraklarını işgal etmesi, 1995 yılında meydana gelen Srebrenitsa soykırımı,2001 yılında ABD’nin Afganistan ve 2003’te Irak işgali, 2011 yılından günümüze kadar gelen Suriye iç savaşı, 2014 yılında Rusya’nın Kırımı ilhak etmesi ve 2020 yılında ortaya çıkan COVİD-19 küresel salgını gibi çok boyutlu  yapısal krizlerde, Birleşmiş Milletler sahip olduğu güç parametrelerini pratiğe uygulama noktasında zayıf kalmıştır. Diğer bir ifadeyle, BM kurulduğunda, nükleer silaha sadece ABD sahipken, BM nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmalarından sonra; İngiltere, Fransa, Rusya, Çin, İsrail, Pakistan, Hindistan ve Kuzey Kore gibi ülkeler nükleer silah sahibi olarak, dünya güvenliğini ve barışını tehlikeye atma yolunda ciddi politikalar benimsemişlerdir. Bu bağlamda göç, iklim değişikliği, çevre sorunları, açlık, yoksulluk, salgın hastalıklar gibi konularda da Birleşmiş Milletler’in gerekli olan çözümleyici gücünü sorunlara entegre edememesi var olan zorlu süreçleri katmanlaştırmıştır.

 

GÜVENLİK KONSEYİ VE SINIRSIZ VETO GÜCÜ

     Birleşmiş Milletler güvenlik konseyi günümüzde, 5 daimi ve 10 geçici üye olmak üzere toplam 15 üyeden oluşmaktadır. Güvenlik konseyinin 5 daimi üyesi olan, ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere’dir. Diğer bir deyişle, güvenlik konseyi aleyhine olabilecek herhangi bir karara ilişkin, beş daimi üyeden birinin veto kullanma hakkı ile, uygulanabilecek bir karar geçersiz sayılmakla birlikte, beş daimi ülkenin konseydeki sürekli varlıkları da, temel çıkarları kendi lehlerine dönüştürmede de ciddi avantajlar sağlamaktadır. Öyle ki, “1972 yılından bugüne kadar Amerika Birleşik Devletleri, İsrail lehine 42 karar tasarısını veto ederken, Rusya ise Suriye krizi ile ilgili 2011 yılından günümüze kadar 13 karar tasarısını veto ederek, her iki devletin temel çıkarları maksimum düzeyde korunmuştur.” Bu anlamda, daimi üyeler veto gücünü stratejik ortaklarına politik himaye sağlamanın yanı sıra, kendilerinin veya ittifaklarının devamlılığını da garanti altına almaktadırlar. Başka bir ifadeyle, Doğu Türkistan ve Asya pasifik bölgesi ile ilgili kararlarda çıkarları ile örtüşmeyen durumlarda Çin veto hakkını kullanırken, Fransa ve İngiltere ise NATO üyeleri içinde Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte 1966’dan beri Güvenlik Konseyi’nde gerçekleşen 155 vetodan 133’ünü kendi stratejilerine göre kullanmışlardır. Bu bağlamda “siyasi, askerî, ekonomik ve diplomatik  gelişmelerde beş daimi üye devletin sınırsız veto güçlerini kendi hegemonyalarını dünyaya entegre etme yolunda etkili bir güç potansiyeli olarak kullanma avantajları, sürekli olarak devam etmektedir.”

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’İN REFORMASYONU SORUNU

     Birleşmiş Milletler güvenlik konseyinde daimi üye olan ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere’ye karşı; Japonya, Almanya ve Hindistan, bu çoğulcu himayeye zaman zaman karşı çıkmakla birlikte daimi üyelik için taleplerde bulunarak, Birleşmiş Milletler yapısının “adalet ve eşitlik ilkelerinin sorgulanmasında da ciddi bir öğe olmaya devam etmektedirler.” Bu anlamda, konseyin daimi üyelerinden biri olan Çin ile ilişkilerini bölgesel rekabet çizgisinde belirleyen Japonya için,  bu durum daimi üyelik elde etme politikasının önünü kesmeye yönelik en önemli etken olarak ön plana çıkmaktadır. Almanya ise hem ekonomik açıdan güçlü bir devlet olması, hem de BM sistemine en fazla maddi destek sağlayan dördüncü ülke olması nedeniyle, güvenlik konseyin de daimi üyelik statüsünü alması gerektiği yönünde politikalar üretmeye devam etmektedir, ancak Fransa ve İngiltere’nin Almanya’nın bu tutumuna karşı blokaj adımları, İtalya tarafında da desteklenmektedir. Türkiye, İtalya, Brezilya, Güney Afrika Cumhuriyeti, Nijerya, Pakistan ve İspanya gibi devletlerin de güvenlik konseyinin yeniden reforme edilmesi gerektiğini savunarak, bu doğrultuda temel dış politika hedeflerini bu yönde yeniden yapılandırmışlardır. Dolayısıyla, dünya barışının ve güvenliğinin beş daimi üye devletin politikalarına göre şekillenmesi, diğer dünya devletlerinin ise bu politikalara uyulmasının zorunlu hale getirilmesi durumu, uluslararası hukuk mekanizmasının da etkisizleştirilmesine neden olmakla birlikte, var olan temel sorunlar derinleştirilmeye devam edilmektedir.

SONUÇ

    Milletler Cemiyeti’nin devamı ve bir üst seviyesi olan Birleşmiş Milletler, tıpkı Milletler Cemiyeti’nin ikinci dünya savaşını engelleyemediği gibi, günümüzde de bölgesel ve küresel alanda yaşanan sorunları çözüme kavuşturma yeteneğini gösterememektedir. Bu anlamda, Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde kurulan Birleşmiş Milletler, yine ABD’nin kendi temel çıkarlarını dünyaya kabul ettirmek için BM’yi  çok aktif olarak kullanması, dizayn sürecinin ABD tekelinde şekillenmesini kolaylaştırmaktadır. Soğuk Savaş dönemi boyunca, ABD ve Sovyetler Birliği’nin mücadele alanı olmaktan öteye gidemeyen ve çift kutuplu dünya düzeninde yeteri kadar tartışmaların odak noktası olmayan güvenlik konseyi, Soğuk Savaş sonrası hem yeni bir dünya düzeni, hem de birçok bölgesel ve küresel sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Başka bir ifadeyle, Soğuk Savaşın sona ermesi ile birlikte patlak veren krizler karşısında, Birleşmiş Milletler yetersiz kalmış ve uluslararası ilişkilerde çözüm amaçlı muhatap bulmak zorlaşmıştır. Özellikle, Soğuk Savaşın sona ermesini takip eden tek kutuplu bir dünya düzeninden, çok kutuplu bir dünya düzenine geçişin sancılı bir süreci yaşanmış ve günümüzde de bu sürecin yansımaları devam etmektedir. “Bu anlamda, var olan çok katmanlı bir uluslararası sistem, güvenlik konseyinin halihazırdaki yetersiz temsil durumu ve güçler dengesinin orantılı olmayan dağılımının tartışma konusu haline gelmesi, yeniden reform sürecinin başlatılması gerektiğine dair ipuçları içermektedir.” Bu minvalde, güvenlik konseyinin meşruluğu tartışma konusu olsa da “193 üyeli Birleşmiş Milletlerin kurucu antlaşması, güvenlik konseyine doğal olarak meşru zemini hazırlamış ve bu meşruluğu kullanma yetkisi garanti altına alınarak reform çabalarının önüne set çekilmiştir.”

 

 

Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir