Analiz,  Genel

AKILLI GÜÇ ÖRNEĞİ BAĞLAMINDA: TÜRKİYE

 

GİRİŞ

Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile birlikte ortaya çıkan çok kutuplu uluslararası sistemin temel özelliklerinden etkilenen Türkiye, bu sistem ile birlikte kendi yakın çevresinde göreceli olarak daha fazla özgür hareket edebilme kabiliyetine ulaşmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında “aktif tarafsızlık” politikası takip eden Türkiye, bu politikayı mevcut büyük güçler arasındaki çıkar farklılıklarını kullanarak gerçekleştirebilmiştir. 1960 ve 1970’li yıllarda, Türk dış politikasında çok taraflılığın ve çok boyutluluğun başlangıcı olarak görülse de, 1980’li yıllarda Soğuk Savaş ortamının kendisini yeniden hissettirmeye başlaması ile birlikte ortaya çıkan Afganistan savaşı, İran’da yaşanan rejim değişikliği ve İran-Irak savaşı nedeniyle, Türkiye geleneksel Batı odaklı dış politikaya daha fazla yönelmiştir. Uluslararası sistemin maddi güç imkânları üzerine inşa edildiği bu zaman diliminde, Türkiye temel olarak sahip olduğu “jeopolitik konum ve askerî güç kapasitesine” göre dış politika adımlarını şekillendirmiştir. Bu anlamda, Soğuk Savaş ortamının sona erdiği 1990’lı yılların başından itibaren Türkiye, kendisini çevreleyen bölgelerde daha aktif şekilde hareket etmeye başlamıştır. Başka bir deyişle, bu dönemde Türk dünyasının lideri olan Türkiye, veya İslam ülkelerini birleştirebilen bir Türkiye görüşleri çok kutuplu bir sistemde ortaya çıkarak, Türkiye’nin bulunduğu jeopolitik konumda daha da güçlenmesini beraberinde getirmiştir. Bu anlamda, özelikle 2000 yılından sonra küreselleşme olgusunun bütünleyici etkisi ile birlikte Türkiye, dış dünyaya ekonomik, askerî, kültürel ve toplumsal bakımdan, etkili bir şekilde açılmıştır.

DENGENİN DENGELEYİCİSİ ANLAMINDA: TÜRKİYE

Asya, Avrupa ve Doğu üçgeni arasında doğal bir köprü olan Türkiye, özelikle dış politikanın oluşturulması anlamında Batı ve Avrupa devletleri tarafından “paylaşılamayan devlet” özelliğini korumaya devam etmektedir. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’nin sahip olduğu güç imkânları ile birlikte, bölgesel ve küresel düzeyde “oyun kurucu” devlet potansiyeline ulaştığını belirtmek gerekmektedir. Bu anlamda Fırat Kalkanı Harekâtı, Zeytin Dalı Harekâtı, Barış Pınarı Harekâtı ve özelikle Bahar Kalkanı Harekâtı ile birlikte Türkiye, ABD ve Rusya gibi büyük güçlere karşı “sahada kazanmadan, masada diplomatik zafer elde edilemeyeceğini” kanıtlamıştır.

Türkiye, NATO bünyesi içerisinde ABD’den sonra en büyük ikinci kara ordusuna sahip olmakla birlikte, NATO müttefiklerinin güvenliği açısından da hayati derecede stratejik konumdadır. Bu anlamda, ABD ve Avrupa ülkelerinin NATO bünyesinde, Türkiye aracılığıyla Sovyetler Birliğini dengelemesi, Türkiye’nin bölgesel ve küresel alandaki etkinliğini artırmıştır. Günümüzde ise, Rusya’nın yavaş yavaş Suriye’de güçlenmesine karşılık yine denge gücü olarak Türkiye belirleyici bir aktör olarak konumlanmıştır. Bu bağlamda, uluslararası alanda en büyük askerî ittifak olan NATO’ya Ortadoğu, Asya ve Avrupa ekseninde en büyük askerî ve stratejik avantajı sağlayan Türkiye,  “askerî güce dayalı yükselme stratejisi” üzerine başarılı bir şekilde kurulum aşamasını tamamlamıştır.

Türkiye, ulusal hava  güvenliğini sağlamak ve bölgesel caydırıcı gücünü artırma anlamında ABD’den, Patriot hava savunma sistemi alımını birçok kez görüşmüş ancak, ABD’nin patriotların teknik özelliklerini   paylaşmayı reddetmesi ve sisteminin maliyetinin yüksek olması nedeniyle Türkiye, NATO üyeleri ve ABD’nin hasım güç olarak tanımladığı Rusya’dan; orta menzilli hava savunma sistemi olan S-400’leri almaya karar vermiştir. ABD ve Avrupa ülkeleri, Türkiye’nin bu hamlesine karşı ekonomik ve askerî yaptırırım tehditlerin de bulunmuştur. NATO üyeleri olan Yunanistan, Bulgaristan ve Slovakya, Rus yapımı S-300 hava sistemlerini kullanmasına rağmen, ABD ve AB ülkeleri tarafından herhangi bir tepkinin gelmemesi çok manidardır.  Bu bağlamda, Türkiye’nin S-400 hava savunma sistemine sahip olma yönündeki politikası,  Ortadoğu ve Akdeniz özelinde psikolojik ve caydırıcı gücün Türkiye’nin tekelinde bütünleşmesini sağlamak ile beraber, NATO ve ABD arasında denge kurucu olan Türkiye’nin, siyasi ve askeri politikalarını uygulamaya konusunda herhangi bir çekince yaşamadığını göstermesi anlamında da,  bu hamlenin örnek teşkil ettiğini özelikle belirtmek gerekmektedir.

TÜRKİYE’NİN YENİ İNSANSIZ GÜCÜ

2001 yılından sonra, yerli ve milli olarak teknolojik gelişmelere uyum sağlayan Türkiye, sahip olduğu insansız hava araçlarının sayısını günümüzde 145’e yükseltmiştir. Başka bir ifadeyle Türkiye, Suriye’nin İdlib kentine düzenlediği Bahar Kalkanı Harekâtı ile birlikte sahip olduğu İHA/SiHA ordusu ile beraber, Rusya’nın güdümündeki Esad rejimini çok kısa sürede yenilgiye uğratmakla beraber, uluslararası kamuoyu tarafından da Türkiye’nin bu caydırıcı üstünlüğü büyük övgüyle bahsedilmiştir. Bu anlamda, Rusya’nın genelde Ortadoğu, özelde ise Suriye bölgesinde yeni teknolojik silahlarını test ettiği bu zaman diliminde, Türkiye’nin Bahar Kalkanı Harekâtı ile birlikte sahip olduğu insansız hava araçları tarafından, aktif halde olmasına rağmen Rus yapımı  Pantsir-S1 gibi hava savunma sistemlerini  ve yine Rus yapımı Su-24 tipi savaş uçaklarını imha etmesi, Türkiye’nin teknolojik ve askerî gücü ile birlikte, uluslararası alanda gövde gösterisi yapmasının yanı sıra, Ortadoğu’da hava gücü yeteneğini kanıtlama açısından da  bu avantajını sahada uygulamıştır.

Birleşmiş Milletler ve uluslararası toplum tarafından meşruluğu tanınan Libya hükümetine karşı  askerî, siyasi ve ekonomik olarak destek veren Türkiye,  Akdeniz’de  yalnızlaştırılma çabalarına karşı, Libya hükümeti ile imzaladığı “deniz yetki alanlarının sınırlandırılması” antlaşması ile bölgede “oyun bozucu” devlet rolünü bir kezdaha pekiştirmiştir. Bu açıdan bakıldığında, Libya hükümetine karşı ayaklanma başlatan ve ABD, Fransa, İsrail, Mısır, Yunanistan, Suudi Arabistan ve  Birleşik Arap Emirlikleri gibi devletlerin de desteğini alan Hafter’e karşı, Türkiye’nin bu rasyonel ve stratejik adımı bölgede oluşturulmaya çalışılan dengeleri Türkiye’ye lehine değiştirmiştir. Bu bağlamda, Türkiye’nin sahip olduğu İHA ve SiHA gibi etkileyici güç unsurlarının da Hafter’e karşı yürütülen operasyonlarda ön plana çıkması, moral unsurlarının da yine Libya özelinde Türkiye’nin elinde bütünleşmesini sağlayacaktır.

2020 yılı itibariyle, savunma sanayi alanındaki yerlilik oranının %75’lere yükseldiği Türkiye’nin askerî yapısı, ilerleyen süreçlerde Akdeniz ve Ortadoğu bölgesinde belirlenen dış politik hamlelerinin etkili ve kapsayıcı olması açısından da, Türkiye’nin yükselen gücüne olumlu katkı sağlayacağı özelikle belirtilmelidir. Bu anlamda, teknolojik silahların ve insansız araçların  ekonomik anlamda temin edilmesi ve satın alınmasının zorluluğu derinleşmekle beraber, yerli üretim ile ortaya çıkarılan bu tür potansiyellerin dış politikayı uygulama ve var olabilecek güç yapılarına karşı, Türkiye’nin kendi temel çıkarlarını kabul ettirebilme anlamında da belirleyici etken olabilme özelliklerini devam ettirmektedir. İlerleyen süreçlerde, teknolojinin de etkisiyle artacak olan  drone savaşlarında, günümüzde ABD ve Çin gibi küresel dengelerden sonra, Türkiye’nin de üçüncü sıraya yükselmesi, yerli üretim alanındaki geniş yansımalar ile birlikte, Türkiye’nin bulunduğu jeopolitik konumda genişlemesini de beraberinde getirecektir.

AKILLI GÜÇ BAĞLAMINDA: TÜRKİYE

Bir devletin dış politika hedeflerinin başarılı ve kapsayıcı olabilmesi için güçlü ve gelişmiş ekonomik ve askerî yapılarının varlığına ek olarak, diplomasinin, uluslararası kurumların ve toplumsal ilişkilerin pratiğe uygulanmasını ifade eden “akıllı güç” kavramı, sert ve yumuşak güç potansiyellerinin kombinasyonu ile birlikte uygulamaya geçmesini ifade etmektedir. Başka bir deyişle, uluslararası ve bölgesel sorunların çözüm yolları artık sert güç kullanımı ile birlikte tamamen sona ermediği gibi var olan temel problemlerin kronikleşerek derinleşmesine de neden olduğu belirtilmelidir. Bu perspektiften bakıldığında, devletler sert gücün eksik kaldığı iç ve dış politikalarda, yumuşak güç unsurlarını kullanmaktadır. Özelikle yükselen güç kategorisinde olan bir devlet için, yumuşak ve sert gücün bileşimi olan akıllı gücün kullanılması, oluşturulan dış politika adımlarının olumlu anlamda geri dönütlerini almada daha istikrarlı ve daha kalıcı olduğu iddia edilebilmektedir.

Türkiye’nin, Ortadoğu, Afrika, Balkanlar, Asya ve Avrupa bölgelerine “Yumuşak Güç” çerçevesinde,  “Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı” aracılığıyla, insani, tarihsel ve kültürel olarak gerçekleştirdiği dış politika adımları her geçen gün olumlu etkisel yansımasını artırmaktadır. Bu anlamda, askeri ve sınır ötesi harekatlar ile Türkiye, “Sert Güç” potansiyeli bakımından da Suriye, Libya ve Irak bölgelerine kendi temel gücünü kabul ettirme anlamında kararlı dış politikalarını sürdürmektedir. Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin değişen ve dönüşüm geçiren dış politika ilkelerine göre, yumuşak ve sert güç kullanılırken, her iki gücün bileşimi olan askeri, ekonomik, teknolojik ve  tarihsel birikim gibi güç unsurlarının da eş zamanlı olarak kullanılması “akıllı güç” kapasitesi himayesinde  pratiğe uygulanabilmektedir.

ABD’den sonra yurt dışında en çok askerî üssü bulunan Türkiye’nin, güncel olarak 12 ülkede etkin olarak sahip olduğu sert, yumuşak ve akıllı güç kapasitelerini her geçen gün artırmakla birlikte, etkin olarak görev aldığı ülkelerde toplumsal tabandan devlet yönetimine uzanan olumlu imajını yükseltmeye devam etmektedir. Türkiye’nin en büyük üssü olan Somali’nin başkenti Mogadişu’daki askeri üssü, Afrika Boynuz’u ve Afrika’ya açılma stratejisi anlamında, Türkiye’nin rasyonel olarak attığı stratejik adımlardan en kapsayıcısı olmuştur. Başka bir ifadeyle, ilerleyen zamanlarda stratejik ve derin adımlara sahip olan bu tür girişimlerin pratiğe uygulanması konusunda başarılı olan Türkiye’nin, Afrika ve Ortadoğu özelinde manevra alanının daha da  genişleyeceğini belirtmek gerekmektedir.

Türkiye, köklü bir devlet ve demokrasi geleneğine sahip olmakla birlikte, insani ve kültürel işbirliği araçlarından da istifade etmektedir. Başka bir deyişle, dünyanın her köşesinde etkinlik gösteren Türkiye, küresel ölçekte düşünmekle beraber, yerel düzeyde de kapsayıcı bir diplomasi mekanizması uygulamaktadır. Öyle ki, Türkiye; 245 diplomatik temsilcilik kurumları ile dünya çapında en büyük “beşinci küresel temsil ağına” sahip devlet konumuna yükselmiştir. Akıllı güç örneği bağlamında, Türkiye’nin etkili dış politika adımları, ekonomik, askerî, kültürel ve tarihsel birikimler olarak “yükselen güç özelliğini” pekiştirmek ile beraber, bulunduğu “jeopolitik vazgeçilmezlik” ilkesini de güçlendirme yolunda istikrarlı özelliğini korumaya devam ettiği ifade edilmelidir.

SONUÇ

Osmanlı İmparatorluğu’ndan homojenleşip ulus devlet inşa sürecini başarı ile tamamlayan Türkiye, dönüşüm yaşayan adaptasyon süreçlerine hızlıca  uyum sağlamıştır. Başka bir ifadeyle, Türkiye ” merkez ülke” özelliğini barındırmakla birlikte, ekonomik gelişmişlik seviyesi ve askerî gücünü etkin kullanabilme yeteneği anlamında da çok boyutlu iç ve dış politika araçlarını maksimum düzeyde kullanmaya devam etmektedir. Türkiye’nin bulunduğu konum itibariyle, “komşular ile sıfır sorun” ve “kazan kazan politikaları” anlayışı ile, askerî, ekonomik, kültürel ve sosyal olarak, bölgesel düzeyden küresel düzeye doğru yüksek işbirliği anlayışı derinleştirilerek, çok düzeyli sistematik mekanizmalar yürütülmektedir.

Bu anlamda, dünya yapısı parçalara bölündüğünde, Türkiye;  Batı’nın “rasyonalitesini”, Doğu’nun “erdemini”, Güney’in “eşitsizlik karşısındaki adaletini”, Kuzey’in “ekonomik verimliliğini” analitik olarak senteze kavuşturarak, bu doğrultuda politika oluşturmaya istikrarlı şekilde devam etmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’nin devlet olarak belirlediği politikalara bölgesel ve küresel ağdaki ” ekonomik ve askerî ” ağırlığını koruyarak mutlaka ulaşması gerektiği özellikle ifade edilmelidir. Bu minvalde,  “yükselmeye dayalı güç stratejisi” üzerine kurulum aşamasını gerçekleştiren Türkiye’nin, dengeli bir şekilde prangalarından kurtulduğu, kararlı iç ve dış politika oluşturma rolünü artırabilme yeteneğini geliştirmeye devam ettiğini belirtmek gerekmektedir.

KAYNAKÇA

1/ Yusuf Çınar, Örneklerle Dış Politika Analizi, Bursa,

Dora yayınları, 2018, s-7-19-

2/ Baskın Oran, Türk Dış Politikası, İstanbul, İletişim

yayınları, Cilt1, 2005 s-20-25

3/ Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü,

İstanbul, Der yayınları,2017 s- 135-136

Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir