Genel

İlkçağ Felsefe Tarihi

GİRİŞ

Ahmet Arslan’ın kaleme almış olduğu “İlkçağ Felsefe Tarihi 1: Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi” adlı kitap, okuyucuya Eski Yunan toplumunda felsefi düşüncenin doğuşunu, onun hangi şartlar altında kimler tarafından ilk defa dillendirildiğini, ilk sorgulamaların ne yahut nelerin üzerinde olduğunu sarih ve akıcı bir dille sunmaktadır. Burada söz konusu edilen felsefe, Sokrates’e kadar olan felsefi düşüncedir. Ahmet Arslan’ın bir problem olarak gördüğü ve bu çözüme kavuşturmak kaygısıyla hareket ettiği ilk mesele, “felsefe tarihinin ne olduğu” problemidir. Bu temel sorunun ardından bir inceleme alanı olmak bakımından felsefe dediğimiz ve sistemli ve muayyen maksatları haiz faaliyetin diğer insani faaliyet sahalarına ait düşüncelerden mesela sanattan, siyasetten vs. ne derece ayrıldığı yani felsefenin müstakil bir faaliyet sahası olarak ayrı, müstakil bir tarihin konusu olup olamayacağı meselesidir. Bundan başka, tarihi süreç içerisinde, felsefe adını verdiğimiz bu düşünce faaliyetinin düzenli bir gelişim süreci gösterip göstermediği sorusu, Ahmet Arslan’ın deyimiyle Felsefede evrimin olup olmadığı hususu felsefi düşüncenin cevaplanmayı bekleyen üçüncü esas meselesidir. Felsefe tarihinin mahiyeti, onun müstakil bir inceleme sahası olmaya ne derece layık olduğu ve felsefi düşüncenin tarihi seyir dahilinde düzenli bir ilerleme gösterip göstermediği, bu çerçevede yapılan sorgulamalarla ortaya koyulur. Kitabın bundan sonraki bölümlerinin tamamını, Eski Yunan toplumuna mensup filozoflar ve onların felsefi sistemleri işgal eder. Evvela ilgili filozofun doğum yeri; siyasi, sosyal ve kültürel bakımdan içinde bulunduğu toplumsal yapı hakkında bilgi verilir. Bunun altında yatan sebep, sosyal bir varlık olan insanın düşüncelerinin ve karakterinin üzerinde o insanın mensup bulunduğu toplumsal yapının derecesi kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte mutlak surette etkili olduğudur. Ardından ilgili filozofun felsefi sistemi çeşitli açılardan ortaya koyulur. Bu kısımda adına “Doğa Filozofları” denilen ilk filozofların tecessüs konularının ne olduğu, neyi merak ettikleri, en çok hangi konunun üzerinde kafa yordukları meselesi kendisine yer bulur. Son olarak filozofların kendilerinden sonra gelen filozoflar üzerinde ne bakımdan ve ne derecede bir tesiri haiz oldukları, hangi düşünceleri sonraya miras bıraktıkları söz konusu edilir.

GELİŞME

Felsefe tarihinde muayyen bir maksadı varmışçasına düzenli bir ilerleyişten, evrimden söz edilebilir mi sorusuna Ahmet Arslan olumsuz yönde cevap verir. Zira ona göre Hegel ve Comte da kendisine açık bir şekilde yer bulan bu düşüncenin temel sebebi söz konusu filozofların dünyaya genel manada teolojik (erekbilimci) bir biçimde bakıp oluşun nedeni olarak yalnızca onu kabul etmelerinden kaynaklanır. Bu bakış, oluşu yönlendiren ve bir yere sürükleyen ana sebep fikrini barındırır. Bunun yanında tarihi seyir içerisinde birçok filozof, düşünür ve bilim adamının varlık, oluş vs. hakkında birbirine tezat teşkil eden fikirleri söz konusudur. Birbirlerine tezat teşkil eden iki fikirden birinin diğerini ortadan kaldıracağı aşikardır. Bu ise düzenli ve bir maksada hizmet eden gelişme düşüncesiyle bir arada bulunamayacak bir durumdur. Bu durum felsefi düşüncenin evrimsel bir mahiyete sahip olmadığını ortaya koyar. Ahmet Arslan bunu söylemekle Felsefe Tarihi’ni birbiriyle hiç alakası bulunmayan münferit düşünce ve fikirlerden mürekkep bir alan fikirlerin gelişigüzel ve rastgele bir arada toplandığı tabiri caizse dağınık ve karmaşık bir görüntü arz eden bir malzeme deposu olarak görmemektedir. Bilakis onda gözle görülebilir fakat zorunlu olması gerekmeyen bir süreklilik, bir bağlantı ağı söz konusudur.

Diğer Düşüncelerin Tarihinden Bağımsız Bir Felsefi Düşünceler Tarihi Olabilir mi?

Bu hususta Ahmet Arsalan, Durkheim’in Sosyolojiyle alakalı olarak benimsediği bir ilkeden hareket eder. Bu ilkeye göre, sosyal olaylar en çok yine başka sosyal olaylarla açıklanabilir. Bundan hareketle Ahmet Arslan, herhangi bir felsefi sistemin, düşüncenin, öğretinin başka felsefi sistem, düşünce ve öğretilerle açıklanabileceğini kabul eder. Felsefi düşünceler arasında çeşitli bakımlardan birtakım ilişkiler olduğu, onların birbirlerini ortaya çıkarabilmek ihtimallerinin bulunduğu kabulüyle felsefeye bakar. Bunun yanında felsefi düşünce yahut sistemleri açıklamada mutlak suretle olmasa da kültürel faaliyetlerin felsefi düşünceleri açıklayabilmek için bir ipucu vereceğini düşünür.

Felsefe İlk Defa Yunanda mı Ortaya Çıkmıştır?

Geleneksel olarak kabul edilen görüş, felsefenin İ.Ö. 6.yüzyıl başlarında İyonya bölgesinde başladığıdır. Başladığı yer bugün Balat olarak kabul edilen tarihi Milet şehridir. İlk filozof olarak da bu kentte yaşamış olan Thales zikredilir. Bu görüş yaygın kanaat olmakla birlikte bu konuda tek görüş değildir. Yeni-Pitagorasçı Numenius, onun kökenlerini Mısır’a, Babil’e, Yahudi ulusuna götürmek istemiştir. Bunun yanında felsefenin köken ve başlangıcını Mezopotamya Uygarlıklarına dayandırmak konusunda yeni birtakım girişimler vardır. Bu manada söz konusu edilen Sümerlerin ve Mısırlıların birçok bakımdan bugünkü uygarlığımızın kökenlerimizi teşkil etmelerinin yanında bir varlık anlayışları, kozmogonileri, teolojileri, mitolojileri, dinlerinin olduğu da su götürmez bir gerçekliktir. Fakat onların tanıdığımız şekildeki hayat anlayışlarına ve dünya görüşlerine, kollektif ve mitolojik dünya tasavvurlarına felsefe adının verilmesinin ne ölçüde uygun olacağı tartışmalı bir husustur. Ahmet Arslan, Sümerlerin bu dünya anlayışlarına felsefe adını vermeyi uygun bulmaz. Felsefenin mahiyetinin ne olduğu hususunda bir mutabakata varmak zor olsa da onun şöyle bir tanımı yapılabilir, aynı zamanda bu tanım Sümerlerin dünya ve varlık tasavvurlarının niçin felsefe sayılamayacağının da bir cevabı niteliğinde olabilir. Felsefe, kendisini akla dayanan nedenlerle, gerekçelerle meşrulaştırmaya çalışan bireysel, eleştirel, refleksif, bütüncü ve tutarlı bir düşünme faaliyetidir. Bu şüphesiz filozofun ya da felsefenin dinle, mitolojiyle, içinde yaşadığı toplumdan miras aldığı genel dünya görüşü ve değerlerle hiçbir ilişkinin olmadığını söylemek değildir. Ancak filozof denilen insanın toplumun kendisine sağladığı kollektif dünya görüşünü, mitolojik-dini tasavvurunu özel bilgi, birikim ve düşüncesiyle eleştirerek, aşarak bireysel-kişisel çabası sonucu dünya hakkında bütünlüğü olan tutarlı, sistemli, akılsal bir tasarım geliştirmesi gerekir ki sözü edilen Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarında bu tür bir çabanın ve böyle bir çabayı temsil eden bir insan tipinin ortaya çıkmış olduğunu gösteren herhangi bir şeyin mevcut olduğu henüz kanıtlanmış değildir. Ahmet Arslan’a göre hali hazırda elimizde bulunan veriler, eskiçağda felsefe adı altında zikredilebilecek bir faaliyet ile böyle bir faaliyet yürütmek çabası içinde bulunan bir insan henüz bulunamamıştır. Bütün bunlardan dolayı Ahmet Arslan felsefenin Yunan kökenini kabul ederek felsefeyi Thales’le başlatıyor.

Yunan Felsefesiyle Yunan Bilimi Arasındaki İlişkiler

Felsefe tarihçisi Jaeger, İlk Yunan Filozoflarının Teolojisi adlı kitabında, Sokrates öncesi dönem filozoflarını çağdaş doğa biliminin öncüleri olarak gören ve onlarla birlikte Yunan dünyasında dini kaygılardan kesin bir uzaklaşmanın ortaya çıktığını ve dünyanın doğal-laik bir açıklamasının verildiğini  ileri süren görüşü reddederek onların hem filozof, hem Teolog olduklarını bugün bizim için mevcut olan din, felsefe ve bilim ayrımının onlarda olmadığını orijinalliklerini meydana getiren şeyin de onların artık geleneksel dinin cevap vermediği dinsel taleplere deneysel ve akılsal malzemeyi kullanmak suretiyle cevap vermeleri olduğunu söylemiştir. Çünkü Jaeger’e göre Tanrı problemi veya tanrısal varlığın gerçek doğasının ne olduğu problemi, Sokrates öncesi felsefenin merkezi problemlerinden biridir. Buna bağlı olarak bu felsefenin diğer ana bir problemi, insanın kaderini tanrısal bir bakış açısından yorumlamaktır. Doğa Filozofları(physikoi) Tanrı ile doğayı birbirine özdeş kılmakta ve insan için en yüksek bilgeliği onun dünyadaki yerini bilmesinde ve bütünün yasasını kabul etmesinde yattığının görmekteydiler. Jaeger’e göre Yunan filozoflarında ilginin theoi’den, yani tanrılardan tanrısal olansan kayarak yalnızca pyhsis’e yani doğaya, doğal olana geçmesi söz konusu değildir; doğa aracılığıyla, var olan şeyler (ta onta) aracılığıyla eski problemlerin, eski ilgi ve kaygılarla, ancak daha kökten bir akılcılıkla yeniden düşünülmesi söz konusudur. Conford’un ileri sürdüğü bir başka görüşe göre Sokrates öncesi döneme ait filozofların problem ve amaçları bizimkilerden tamamen farklı olduğu gibi yöntemlerinin de bizim doğa bilimi yöntemlerimizle hiçbir ilgisi yoktur. Onların düşünceleri yapmış oldukları deneylere dayanmadığı gibi herhangi bir türden sistemli gözlemlerinin de sonucu değildirler. Onlar bilgiyi elde etmenin mümkün olup olmadığıyla ilgilenmemekte, tersine tamamen açık ve akla aşikâr görünen düşüncelerden hareketle spekülatif-dogmatik bir yöntemle bilgiyi elde etmeye çalışmaktaydılar. Bunun da nedeni İyonya felsefesinin laikleşmiş bir biçim ve daha soyut bir düşünce planında kendini göstermekle birlikte aslında daha önce din tarafından geliştirilmiş olan bir tasavvur sistemini devam ettirmesinde yatmaktadır. Başka bir deyişle bu felsefenin kozmogonileri, daha önceki mitlerin yeniden ele alınması ve devam ettirilmesinden başka bir şey değildir. Bu dönemde kendini gösteren doğa filozofunun kendisi de daha önceki dönende var olan kâhin-şair-peygamber tipinin devamından başka bir şey değildir. Yunan felsefesinin ortaya çıkması ve gelişmesiyle bilimsel çalışmalar arasındaki ilişkiler sorunu bir başka sorun olarak karşımızdadır. Bu konudaki iki karşıt görüşten biri Yunan felsefesinin Yunan bilimsel çalışmalarına dayanarak ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Diğeri ise tam bunun zıddı olmamakla birlikte Yunan bilimini etkileyen ve ona temel özelliklerini kazandıran aslında Yunan felsefesinin kendisi olduğunu söylemektedir. Burada söz konusu edilen aslında Yunan biliminin Mezopotamya ve Mısır bilimlerinden yapısal olarak farklı olduğu ve dolayısıyla Yunan felsefesinin meydana getiren şeyin bizzat bu yapısal farklılıkların olduğu düşüncesidir. Burada dayanılan tez Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarında matematik, astronomi gibi birtakım bilimsel faaliyetler olmakla birlikte asıl önemli olanın bu faaliyetlerin ne maksatlarla yapıldığıdır. Buna göre mesela Babillilerin birtakım gök olaylarını incelemelerinin temel saiklerinin bilimsel değil astrolojik olduğu ve Yunan biliminin ise her türlü pratik kaygıdan arınmış bir şekilde yalnızca bilmek için bilmeyi merkeze alan bir bilim anlayışlarının olduğu dolayısıyla felsefeye anca bu ikinci durumun kaynaklık edeceği görüşüdür. Fakat yeni bulgulara göre Mısır ve Mezopotamya bilimlerinin bir hayli gelişmiş olduğu ve matematik, astronomi ve tıp gibi alanlarda Yunan biliminin bunlardan çokça etkilenmiş bulunduğu ortaya koyulmuştur. Bu bağlamda olmak üzere, bir yandan Yunan bilim zihniyetinin ileri sürüldüğü ölçüde her türlü pratik, faydacı kaygıdan arınmış, bilimi bilim için arayan, çıkar gözetmeyen araştırmacı, teorik bir zihniyet olmadığı; öbür yandan Mısır ve Mezopotamya bilimlerinin de zannedildiği gibi veya zannedildiği ölçüde tamamen ampirik, tamamen faydacı ve tamamen pratik bir zihniyet tarafından yönetilmediği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Yunan felsefesinin ortaya çıkışında, nitelikleri ne olursa olsun Yunan bilimi alanında gerçekleştirilen faaliyetlerin bulunması ihtimali akla daha yakın görünmektedir.

Yunan felsefesi ile Yunan mitolojisi arasındaki ilişkiler

Yunan felsefesinin başlangıçlarında İyonya okulunun özelliğini teşkil eden şey, onda felsefenin rasyonelleşmiş olmasıdır: Milet felsefesi dünyanın meydana gelişini artık doğa-üstü bir olay değil, doğal bir olay kılmıştır. O, everenin başlangıcında yer alan olay ve süreçlerin işleyişini, bir yağmur yağması olayı kadar alışılmış ve doğal bir olay olarak takdim etmiştir. Barnes Sokrates öncesi felsefe dönemini tanımlarken, bu döneme ait filozofların akılcı özellikleri üzerinde ısrar etmektedir. Ona göre akılcı insanların, doğa üstünü reddetmeleri gerekmez. İlk Yunan filozoflarında teoloji yerini bilime, tanrılar doğa güçlerine terk etmiş değildirler. Kanıtlanmamış masallar yerlerini kanıtlanmış kurumlara, dogmalar yerlerini akla bırakmışlardır. Barnes, ayrıca akılsal olanın her zaman doğru olan anlamına gelemediğini de hatırlatmaktadır. Ona göre akala dayanan inançlar da yanlış olabilirler ve çoğu zaman da öyledirler. Gerçekten çok az Sokrates öncesi görüş doğrudur; daha azı ise iyi temellendirilmiştir. Ama yine de bu görüşler önemli ölçüde akılsaldırlar çünkü kanıtlarla desteklenmişlerdir.

Yunan Felsefesini Doğuran Şartlar

Burada, Yunan felsefesinin ne gibi şartlar altında doğduğu, buna neyin el verdiği konusu temel önemdedir. Birçok felsefe tarihçisi bu şartların birçok alanı kapsadığı görüşünde hemfikirdirler. Bu şartlar arsında en belirgin olarak görünenler; Yunan toplumunun içine bulunduğu coğrafi şartlar, toplumsal yapının mahiyeti, siyasal sistem ve Yunan dininin özellikleri gibi iç etkenlerdir. Oturdukları coğrafyanın engebeli ve korunaklı olması, Ege kıyı şehir devletlerinin hem doğudan kara yoluyla hem deniz yoluyla ticaretin merkezi bir konumunda bulunmaları dolayısıyla oluşan sosyal refah ve bu refahın getirdikleri, yine başka bir toplumda pek rastlanılmayan ve şehir devletlerinin domine ettiği siyasal sitem, bunun yanında Yunanlıların geleneksel dinlerinin mahiyeti Yunan toplumunda felsefenin doğmasının şartlarını hazırlayan esaslı etkenlerin en önemlileridir.

Yunan Felsefesinin Başlangıçları: Teogoni-Kozmogoniler

Aristoteles Yunan’da Fizyologlar, yani pyhsis’i, doğayı konu alan ve nedenlerini kanıtlayıcı bir biçimde sergileyen insanlar olarak tanımladığı Doğa Filozoflarından evvel Teologlar, yani bilimi efsane formu altında ele alan ve ifade eden kişiler olarak nitelediği bazı insanlardan söz eder. Birinci grubu Thales’le başlattığı gibi ikinci grup içinde de Homeros ve Hesiodos’u sayar. Homeros ve Hesiodos filozof değillerdir. Bununla birlikte bu iki şair, özellikle Hesiodos Yunan’da felsefe öncesi düşüncenin en önemli temsilcileridir. Öte yandan yine Hesiodos’la birlikte, efsaneden felsefeye giden yolun en son durağında bulunuyoruz. Bir başka deyişle, Hesiodos, Yunan düşüncesinin evren hakkında az çok sistemli bir tasavvur oluşturma çabasının felsefe öncesi dönemdeki en son ve en mükemmel temsilcisidir.

Thales

Yunan felsefesi, Milet Okuluyla başlatılır. Milet Okulunun ilk temsilcisi ise Aristoteles tarafından Thales olarak gösterilir. Thales doğma büyüme Miletlidir. Onun hem bir hekim, astronom, devlet adamı olduğunu belirten rivayetler vardır. O, Milet felsefesinin ana problemi olan ana maddenin, ilk tözün ne olduğu üzerinde önemle durur. Aristoteles’in Thales hakkına verdiği bilgilere göre, Thales’in her şeyin ilkesi, tözü olarak gördüğü şey Su’dur. Yine ona göre dünya suyun üzerinde yüzer ve her şey tanrılarla doludur. Bunun yanında o, bir Hilozist’tir. Bazı maddeleri mesela mıknatısı, çekme özelliğinden dolayı canlı bir varlık olarak telakki eder. Onunu felsefe için önemi; ilk kez “Evrenin arkhesi, tözü nedir?” sorusunu ortaya atmasında ve bu soruya cevap olarak da ilk kez efsanevi-dini bir içerik taşımayan, natüralist bir açıklama vermeye çalışmasıdır. Thales’le birlikte ilk kez ve açık seçik olarak efsaneden bilime veya felsefeye geçişi görmekteyiz.

Anaksimandros

Anaksimandros, Thales’in çağdaşı ve öğrencisidir. Anaksimandros çeşitli bakımlardan Thales’e göre bir ilerleme sayılabilir. Anaksimandros’a göre ana madde, ilk töz, arkhe, Sınırsız ve Belirsiz olandır. (aperion) Aperion hem nicelik bakımından sınırsız olan, hem de nitelik bakımından belirsiz olan anlamına gelmektedir. O, başlangıçtadır ve şeyler ondan kopma yoluyla çıkarlar. Önce ayrılma veya kopma yoluyla sıcak ve soğuk çıkmıştır. Sıcak ve soğuk ilk Yunan filozoflarına göre bir varlıktırlar. Anaksimandros’ a göre var olmak suçtur ve bu suçun cezası yok olmaktır. Anaksimandros ile birlikte Yunan’da ilk gerçek doğa bilgininin ve bununla aynı zamanda metafizikçinin ortaya çıkmış olduğu görülmektedir. Bir doğa bilgini olarak o, dünyanın, evrenin, dünya üzerinde yaşayan canlıların meydana gelişi, kökeni gibi sorunları bilimsel olarak ele alan ilk kişidir.

 

Anaksimenes

Anaksimenes, Milet Okuluna mensup filozofların sonuncusu olarak gösterilir. Doğa Üzerine adlı bir eser kaleme almıştır. İlk defa sabit yıldızlarla gezegenler arasında ayrım yapan Yunan filozofu Anaksimenes’tir. Anaksimenes’ e göre ilk ilke, töz havadır. Hava yoğunlaşma ve seyrekleşme yoluyla diğer varlıkları meydana getirir. Anaksimenes, ilk tözün diğer varlıkları nasıl meydana getirdiği açıklamasıyla kendinden önceki filozoflardan ayrılır. Bu bir bakıma bir ilerlemedir. Bunun yanında Milet filozofları arasında Anaksimeneste ilk defa karşılaştığımız başka bir şey ise ilkel de olsa ruh üzerine bir ilkeyle karşılaşıyoruz. Anaksimenes, Thales’ten hareket eden entelektüel geleneğin bir doruk noktası ve bütün Milet Okulu’nun tezlerini en iyi bir biçimde temsil eden insandır. Böylelikle Anaksimenes ile birlikte Milet Okulu ortadan kalkacaktır.

Pitagoras ve Pitagorasçılık

Pitagorasçılık, İ.Ö. 6.yüzyıl ortalarında ortaya çıkan ve daha sonra Yunan dünyasında gerek felsefi gerekse dini bakımdan yeni bir dönüşümü temsil eden bir harekettir. Pitagoras ve onun düşünce ve taraftarlarının temsilcisi olduğu bu dönemde felsefenin mahiyeti tamamıyla değişmiştir. O, artık bir bilgi, evrenin ana maddesinin bilgisi, evrenin neden ve nasıl meydana geldiği hakkında bir açıklama olmaktan çıkarak bir yaşama biçimi veya bir hayata yolu olacaktır. Onun amacı da insanlara evren yahut doğa hakkında bilgi vermekten çok onları kurtarmak olacaktır. Bu yeni dönemde felsefe insanları bilgilendirmeyi değil, günahlarından, suçlarından arındırmayı hedef alacaktır. Pitagorasçılığın önemli bir görüşü, ruhun doğası bakımından bedenden farklı ve ölümsüz olduğudur. Bunun yanında onların dikkat çeken bir başka görüşleri de “ruh göçü” anlayışlarıdır. Yine onlara göre evrenin ilk ilkesi, tözü “sayı”dır. Sonuç olarak Pitagorasçılık, Sokrates öncesi felsefe tarihinde, hatta genel olarak tüm Yunan felsefesi tarihinde ayrı ve orijinal bir istikameti temsil eder. Milet filozoflarıyla Pitagoras ve onun taraftarlarının felsefe yaparken duydukları tamamen farklıdır.

Ksenophanes

Ksenophanes, Yunan felsefe tarihinde gerek Miletli Doğa Filozoflarından gerekse Pitagorasçılardan farklı bir zihniyeti temsil etmektedir. Miletli filozoflardan farklıdır; çünkü doğabilimsel görüşleri itibarıyla onların bazı görüşlerini paylaşmaktaysa da eğilimi itibarıyla bu tür sorunlarla, yani evrenin nasıl ortaya çıktığı, ana maddesinin ne olduğu vb. sorunlarıyla gerçekten ilgilenen bir filozof değildir. Ayrıca bu konudaki görüşlerinde Miletli filozoflardan geridedir. Öte yandan Ksenophanes, Pitagorasçılık gibi eski dinsel fikirlerin yeniden canlanmasından da pek etkilenmemiştir. Ksenophanes’i Yunan felsefesinde aydınlanma zihniyetini temsil eden ilk filozof olarak görmek en uygunudur. Ksenophanes de doğa sorunlarına değil, insan ve kültür sorunlarına ilgi duymaktadır. Ksenophanes, Homeros ve Hesiodosçu insan biçimci çok tanrıcılık anlayışına şiddetli eleştiriler getirmiştir. Bu görüşün yanlış olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre Tanrı mükemmel olandır.

Herakleitos

Herakleitos, Sokrates öncesi felsefe tarihinde birçok bakımdan ilkleri seslendiren, daha önce kimsenin değinmediği yahut müphemiyet arz eden şeylere değinen önemli bir filozoftur. Herakleitos’un öne sürdüğü ve temellendirdiği en çarpıcı görüşü “zıtların birliği” düşüncesidir. Herhalde birbirinden bağımsız, hatta birbiriyle çatışma halinde bulunan şeylerin gerçekte bir oldukları, bir birlik teşkil ettikleri görüşüdür. Ona göre bilgelik, çok şey bilmek değil, birbirleriyle kavga içinde görünen zıtların ardındaki birliği görebilmektir. Ona göre ilk ilke, arkhe “ateş”tir. Her şey müthiş bir hareket kabiliyetine sahip olan ateşten meydana gelir. Ayrıca Herakleitos’a göre varlık yoktur, oluş vardır. Evrendeki her şey sonsuz bir değişim ve oluş halindedir. O, varlığı oluşa indirgemek istemektedir. Oluş için ise zıtların savaşı zorunlu ve esastır, her şeyin babası savaştır.

Parmenides

Parmenides varlığın olmadığı, oluşun var olduğu ve her şeyin oluş içinde bulunduğu görüşüne karşı çıkarak varlığın var olduğu, buna karşın oluşun olmadığı çünkü mümkün olmadığı görüşünü kesin ve bilinçli bir şekilde ortaya atan ilk filozoftur. Bu görüş felsefe tarihinde Herakleitos-Parmenides çatışmasını ortaya çıkaracaktır. Parmenidesin varlık hakkındaki görüşü, varlığın var olduğu ve var olmayanın var olmadığı görüşüdür. Ona göre var olmayan şey düşünülemez. Onun için asıl olan, temel olan, önce gelen varlıktır ve varlık var olduğu içindir ki düşüncenin konusudur. Buna karşılık var olmayan da var olmadığı için düşünülemez ve ifade edilemez. Yine ona göre varlık varsa oluş yoktur çünkü oluş çelişik bir durumdur. Prmenides’le birlikte, Sokrates öncesi Yunan felsefesinde bir dönem bitmekte ve yeni bir dönem başlamaktadır. Biten dönem tekçi materyalizm dönemidir; başlayan ise çoğulcu materyalistler dönemi olacaktır.

Empedokles

Çoğulcu materyalistlerin ilki Empedokles’tir. Onun gerek kişiliğinde gerekse sisteminde çeşitli ve farklı yönelimleri zengin bir biçimde birleştiren ilk büyük eklektik filozof olduğunu söyleyebiliriz. O, aynı zamanda şair, kâhin, devlet adamı, hekim ve filozoftur. Doğum yeri Sicilya’dır. Empedokles’in özgünlüğünü teşkil eden iki önemli düşüncesi, arkheyi birden fazla kabul etmesi ve yine kendinden önce gelen filozoflardan farklı olarak maddi ilkenin yanında, onda ayrı bir hareket ettirici ilkenin varlığını kabul etmesidir. Parmenides’in varlık hakkındaki görüşlerinin tamamını destekler görünmektedir. Ona göre ancak oluş ve yok oluş mümkündür. Ona göre evrenin, varlığın kendilerinin birleşip ayrılmalarından meydana gelen dört unsur vardır; bu unsurlar, su, hava, ateş ve topraktır. Dört unsurun birleşme ve ayrılmalarının nedeni sevgi ve nefrettir. Sevgi ve nefret de dört unsur gibi maddi ilkelerdir.

 

 

Anaksagoras

Çoğulcu materyalistler arasında gösterilen ikinci büyük filozof Anaksagoras’tır. Empedeokles’ten ana maddelerin sayısının dört değil sonsuz olduğunu söylemekle ayrılır. Empedokles’in varlık ve oluşla ilgili kuramının temelde doğru olduğunu kabul eder. Hiçten hiçbir şeyin meydana gelmediğini, yani mutlak anlamda bir oluş ve yok oluş olmadığını kabul eder.

Demokritos

Leukippos ve Demokritos ile birlikte Sokrates öncesi Yunan Doğa filozoflarının son büyük iki temsilcileriyle karşılaşmaktayız. Onların temsil ettikleri atomcu felsefe de yine Thales’ten başlayarak sözünü ettiğimiz zamana kadar devam eden, esas olarak varlık ve oluş problemini ele alan felsefe anlayışının en son örneğini oluşturmaktadır. Onlara göre her şey atomlardan meydana gelir. Atomlar ise hiçbir niteliği haiz olmayan maddi ilkelerdir. Onların ana özellikleri bir şekil ve biçime sahip olmalarıdır. Atomlar bölünemez, parçalanamazlar. Onların içinde boşluk da yoktur. Farklı kombinasyonlarda bir araya gelerek varlıkları oluştururlar. Onlar aynı zamanda sonuz sayıdadırlar. Atomlar, içlerine nüfuz edilemez, ezeli ve ebedi maddi ilkelerdir.

SONUÇ

Sokrates öncesi Yunan felsefe tarihinde birçok merak konusunun kendisine yer bulmasının yanında bazı temel ve bütün filozofların az ya da çok meraklarını celbeden ve üzerine söz söylemek gereği duydukları meselenin bulunduğunu gözlemliyoruz. Bu temel soruların “evrenin başlangıcı, varlığın kaynağı ve oluşu, canlılığın mahiyeti ve doğuşu” gibi doğanın, doğal fenomenlerin sorgulandığı ve ilgili sorulara cevap arandığı görülüyor. Milet Okulundan başlamak üzere neredeyse bütün filozoflar, varlığın ve oluşun kaynağını araştırmakta ve evrenin ilk tözünün, ilkesinin ne oluğu üzerine yoğunlaşmaktadırlar. Burada dikkati çeken asıl mesele, merak ve sorgulama konularından ziyade bu sorulara cevap verme biçimi ve cevabın referansının ne oluğudur. Zira Doğa filozoflarından evvel Homeros ve Hesiodos’un eserlerinden de gördüğümüz üzere felsefenin başlangıcını sorgulamaların konuları değil, soruların cevaplarının ne ye istinat ettiği konusudur. Aristoteles’in fizyologlar olarak nitelediği ilk doğa filozofları, varlığı, oluşu hulasa tabiatta husule gelen her türlü olay ve olguyu birtakım efsanevi-dini nedenlerle değil bizzat tabiatın kendisiyle açıklamak yoluna girmişlerdir. Bu bir ilktir ve doğa filozoflarının “doğa filozofu” olmalarının nedeni de bizzat bu cevaplamanın neye istinat ettiğidir. Hepsinde yöntem bu olmakla beraber, birçok filozof varlığın ilk tözünün ne oluğu ve oluşun nasıl ve ne biçimde meydana geldiği hususunda farklı farklı cevaplar vermişler, kimi zaman birbirlerini yalanlamışlardır. Fakat bu gözle görülebilir bir bağlantıyı bize sunmaktadır. Birçok filozof birbirinden ve birbirlerinin fikirlerinden haberdardır. Bu durum bize felsefe tarihinin mutlak ve spekülatif manada olmasa da ölçülü bir gelişme gösterdiğinin kanıtıdır.

 

 

KAYNAKÇA:

Ahmet, A., (2006). İlkçağ Felsefe Tarihi 1: Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi

Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir