Genel

Devletler Arası İlişkilerde Ticaret Yollarının Önemi: İpek Yolu

Devletlerarası İlişkilerde Ticaret Yollarının Önemi: İpek Yolu

 

Tarihi İpek Yolu

Tarım devrimiyle birlikte gerçekleşen üretim anlayışı, insanoğlunda yeni bir ufuk açmıştır. Sadece insanın kendisine yetecek kadar ürünü olmamalı, birkaç ay sonra gelecek olan kış için stok yapmalıdır. Ayrıca elinde bulunan ürünle, elinde olmayan bir ürünü takas edecektir ki bu durum ticareti ortaya çıkarmıştır. Tarım devriminden biraz daha sonra tüccarlar ortaya çıkmış ve insanların elindeki tüketim fazlası malları onların yerine pazarlamaya başlamışlardır. Fakat bu hiç kolay olmamıştır. Çünkü tüccarlar ticaret yapabilmek için birçok riski göze alarak yola çıkmışlardır. Öncelikle kara yollarında aşılması gereken sarp dağlar ve geçitler vardır, ardından nehirler ve denizler bunun yanında bir de yabani hayvanlar… Bu gibi doğal koşulların yanında eşkıya ve soyguncuların da olması hiç şaşırtıcı değildir. Fakat yine de tüccarlar, bilinmez bir yolculuğun peşinde hayatını tehlikeye atmaktan sakınmamışlardır. Zorluklar karşısında tüccarın sabırlı ve mutlaka zengin olması gerekmektedir.

Ticarette karşılaşılabilecek tüm sorunların önüne geçmek amacıyla bu işi gerçekleştirenler tarafından belli bir yol takip edilmiştir. Bu yol, tüccarı en kolay şekilde ulaşmak istediği hedefe en güvenilir getirebilmelidir. Tacirlerin ve kervanların sürekli olarak kullandıkları bu yollar zamanla bir rota olarak belirlenmiş ve ticaret için devamlı olarak bu güzergâhlar tercih edilmiştir. Bahsi geçen ticari yollardan biri de günümüze kadar gelen hiç mübalağasız en önemli ticaret yollarından biri olan İpek Yolu idi.

İpek Yolu’nun ortaya çıktığı ilk zamanlarda ne isimle adlandırıldığı bilinmemektedir. Muhtemelen kervan yolu veya ticaret yolu olarak bilinen bu yolda en çok ticareti yapılan ürünün ipek olmasından kaynaklı bu kervan yoluna ilk defa Alman coğrafyacı Ferdinand von Richthofen tarafından İpek Yolu ismi verilmiştir.

İpek Yolu’nun ana güzergâhı üç halde olduğu bilinmektedir. Bunlardan ikisi kara yoluyken bir tanesi de deniz yoludur. Yollardan ilki Çin’in başkenti Chang’an (günümüzde Xi-an = Si-an)’dan başlayarak Orta Asya ve İran üzerinden Mezopotamya’ya oradan da Akdeniz kıyısındaki Antakya’ya bağlanan kara yoludur. Akdeniz dünyası ile yapılan ticaret genellikle bu yolla gerçekleştirilmiş olmalıdır. Bir diğer yol olan Kuzey İpek Yolu, Bozkır Yolu olarak da ifade edilir. M.Ö 430’da Herodot’un tuttuğu notlar ile Bozkır Yolu’nun rotası belirlenebilmektedir. Tarım havzasından geçen bu yolun diğerlerine göre daha çok tercih edildiğini arkeolojik kazılar ve tarihi kaynaklar sayesinde öğrenmek mümkündür. Çinli bir tüccar, aldığı malı önce Dunhuang’a götürmekte ve buradan sonra yol Yumen’de üç kola ayrılmaktadır. Hâlbuki Çin’in başkentinden (Si-an) itibaren devam eden ve Dunhuang’a kadar gelen yol tek bağlantılıdır. Bu kollar Turfan, Loulan ve Hami üzerinden ilerleyerek Hotan bölgelerinden geçer. Doğu Türkistan ve Moğolistan’dan Hazar’ı dolaşarak geçmektedir.

Bir diğer kol ise deniz bağlantılarının bulunduğu koldur. Chang’an’dan Çin denizi limanına götürülen ipek ve mallar gemilere yüklenir, bir kısmı Seylan’a, kalan kısmı da Basra körfezine gönderilmektedir.

Modern dönemlere gelene kadar Orta Asya’da ticari hayatın soluk borusu olan İpek Yolu’nda satılan ürünlerin her geçen gün çeşitlenerek değiştiği gibi, ticaret yollarının da zaman zaman değiştiğine şahitlik edilmiştir. Kimi zaman bu ticari şehirlerde bir doğal felaket (yangın, kuraklık vb.) ortaya çıktığı gibi, İpek Yolu’na hâkim olan devletlerin de ticaret yollarını kaydırması buna sebep olmaktadır. Tacirlerin İpek Yolu’nda taşıdığı en önemli ürünlerden birisi ipektir. Çin’deki ipek böceği yetiştiriciliği hakkında XX. yüzyılın ortalarına kadar sürekli efsaneler ortaya atılmışsa da günümüze kadar devam eden arkeolojik kazılar ipeğin ilk defa hangi tarihte kullanıldığına kesinlik kazandırmıştır. Bu konuda en kapsamlı çalışma olan Anyang kazılarından çıkan sonuç, Shang ve Yin dönemine (M.Ö 1766-1122) ait olduğu tahmin edilen ipekli bir kumaştır. Tunçtan bir balta ve bir kavanoz üzerine sarılmış olan bu kumaş tarihteki en eski ipek kumaşı olarak analiz edilmiştir. İpeği ön plana çıkaran unsurlar, hiçbir elyafta olmayan bazı özelliklere sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Boyanmaya en elverişli elyaftır ve çok hassastır. Parlak, yumuşak, en ince haliyle bile çok sağlam olsa da kokudan, rüzgârdan ve hatta bakıcıların temizliğinden dahi çok çabuk etkilenebilmektedir.

Partlar ile Romalılar arasında M.Ö 753’de meydana gelen savaşta Romalılar tarafından tanınan ipek, oldukça dikkat çekmiş belki de bütün Roma ordusunu kendisine hayran bırakmıştır. Bu tarihten itibaren batıda da tanınan ipeği, Herodot Grekçe ve Latince olarak “Seres” diye adlandırmış, ipek ülkesi anlamında da “Serica” terimini kullanmıştır. Böylece ipek batıda da artık yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Bununla birlikte ipeğin batıya ilk defa nasıl getirildiği ve nasıl yaygınlaştığı hakkında kesin bilgiler bulunmamaktadır. Fakat bu konuda farklı rivayetler ortaya atılmıştır. Bir rivayete göre Nesturi rahip veya bir Acem tüccarın, ipek böceği yumurtalarını Bizans’a ilk defa getirdiği söylenildiği gibi bir başka rivayete göre de Hoten Kralı ile evlenen Çinli bir prensesin kendi ülkesinden kaçak olarak ipek böceği yumurtalarını gelin gittiği ülkeye getirdiği söylenmektedir. İpek böceği yumurtalarının hassas olmasından dolayı ipek üretiminin batıda yaygınlaşması çok daha ileri tarihte olmuştur. Uzun yolculuğa dayanamayan ipek böceği yumurtası kaçak yollarla Çin dışına taşınmaya çalışılsa da sonuç kaçakçılar için hüsran olmuştur. Bununla birlikte Çin’den batıya gönderilen ilk ipekler muhtemelen siyasi ittifak kurmak amacıyla hükümdarlara verilen gelinlerin çeyizlerine ait olmalıdır. Evlilik yoluyla kurulan ittifaklar, Çinli prensesler için çok zorlu bir hal olduğu görülmektedir. Nitekim Wusunların yaşlı ve hasta hükümdarıyla evlendirilen Çinli prensesin şiirinde bu durum şu şekilde dile gelmiştir:

Halkım beni dünyanın sonuna gelin verdi.

Yabancı bir ülkeye yolladırlar beni.

Evlenmek için Wu-sunların kralıyla.

Evim bir çadır artık,

Duvarlarım keçeden,

Çiğ et ve at sütüdür aşım benim,

Sadece vatanımı düşünüyorum,

ve kalbim üzüntüyle sızlıyor,

Ah bir sarı kuğu değilim ki ben,

Bir çırpıda babamın evine uçabileyim.

İpeği Çin’den alan tüccarlar kervanlarla yola koyulmakta ve ipeği Roma’ya götürmekteydiler. Modern öncesi dönemlerde ipek, zenginliğin dışa vurulmuş bir göstergesi olarak sadece zenginlerin kullanabildiği bir ürün olarak karşımıza çıkmıştır. Aynı zamanda bir sermayedir ve doğu ile batı arasındaki ilk dövizdir. Ödemelerde ipek ipliği yumakları da kullanılmaktadır. Bu da kapitalist sistemin ilk biçimlerinden birisidir. Ayrıca ne Çin kendi ülkesinden çıkan ipeğin nereye gittiğini bilmekte ne de Roma kendi ülkesine gelen ipeğin nereden geldiğini bilmektedir. Bilinen tek şey İpek Yolu’nun kadim tüccarları olan Soğdlulardır. Netice itibarıyla İpek Yolu’nun kazananları her zaman ticaret kentleri, tüccarlar ve tüccarlar ile ticari kentleri kendi hâkimiyetinde bulunduran güçlü devletler olmuştur.

İpek Yolu’nda mutlaka ipek maddesinden başka pazarlanan ürünler de bulunuyordu. Özellikle Türkler için at büyük bir öneme sahiptir. Türkler ihtiyaç fazlası olarak yetiştirdiği atları Çin’e ve diğer komşu devletlere ihraç etmekte, bunun karşılığında ise Çinlilerden tarım ürünleri ve ipek tahsil etmiştir. Bu durum her iki devletin de çıkarlarına uyum sağlamaktadır. Kaynakların da belirttiği gibi Çinliler övülerek anlatılan atlara kavuşurken, Türkler ise istediği kadar ipeğe doymaktadır. Fakat kimi zaman bu ticaretten Çinlilerin zararlı çıktığı da görülmektedir. Çünkü döneminde bir at, kırk top ipeğe karşılık gelmekte, bu ise Çin ekonomisini altüst etmiştir. Çinliler Türklerden daha fazla at almak istemese de Türklerin buna kesinlikle karşı çıktığı görülmektedir. Nitekim bu konu hakkında Çin kaynaklarındaki bir bilgide: “Uygurlar ipek kumaşı ile atı değiştirmek için bize elçi gönderdi. At bir tane, ipek kırk tane. Barbarlar hiç bıkmadan kumaş, biz ise gereksiz atlar aldık. Hükümet çok zorlukla karşılaştı.” ifadesine yer verilmiştir.

Bu gibi ürünlerin dışında X. yüzyılda Orta Asya’dan ithal edilen ürünler şu şekilde kayda geçmiştir: “Harezm’den samur, kürk ve bozkır tilkisi, zerdeva tilki, kunduz, balmumu, uzun kürk başlık, balık tutkalı, at zırhı, bal, fındık, Slav kölesi, koyun ve sığır. Semerkand’dan gümüş renkli dokuma, büyük bakır kaplar, işlemeli kadehler, üzengiler, at koşum takımları. Taşkent’ten eyer, sadak, çadır, post, keten tohumu, kaliteli yay. Fergana ve İsficab’tan Türk köleler. Türklerin en önemli ihraç malları arasında koyun, et, at, boynuz, kılıç, zırh, kalkan ve av hayvanlarının kürkü bulunuyordu.”

Tüm bu satılan ürünler Cahiz’de de belirtildiği gibi Türklerin harpte ve askerlikte ne derece ustalaştıklarını açıkça göstermektedir. Ticari faaliyetlerde at ile ipeğin değiş-tokuş yapıldığı gibi, ödeme aracı olarak kıymetli madenlerden yapılmış kapkacaklar da kullanılmaktadır. Bunların yanında para da ticaretin vazgeçilmez unsurlarından birisi olmuştur. M.Ö IV. yüzyıllarda Türklerde tedavül edilen para, üzerinde hükümdarın resmi mührü ile damgalı ipek veya bir kumaş parçasından oluşmaktadır. Bir tarafı Soğd harfleriyle Türkçe yazılıyken, diğer tarafı ise Soğdca yazılıdır. İpek parçasına basılan paranın dışında Türklerin ticarette kullandığı bir kısım paralar da savaştığı Çin, Sasani ve Bizans gibi devletlerden aldığı haraç ve savaş tazminatlarından temin edilmektedir. Bu paralara “satir” denilmiştir. Disklere benzeyen bu gümüş satirler karşılığında Sasanilerden de altın salidi alınmıştır.

Türklerin gerçekleştirdiği ticari faaliyetlerde paranın milattan önceki yüzyıllarda kullanıldığı gibi Göktürkler çağında da kullanıldığı Budist rahip Hüen-Çang’ın seyahatnamesinde de görülmektedir. Nitekim Hz. Peygamber çağında Batı Türkistan seyahatine çıkan Hüen-Çang, komşu dağlardan çıkarılan gümüş madenlerinden yapılan paraların Karaşehir (Karaşar)’de Göktürk hükümdarı adına basıldığını söylemektedir.

Günümüzde İpek Yolu diye isimlendirilen kervan yolu, dönemin en büyük ticaret yolu sayılmaktadır. Bu yol tek bir çizgi halinde ilerlememekte, Çin’den Hindistan’a, Türkistan’daki kadim Türk yurtlarından Anadolu’ya, Avrupa’ya, Arap yarımadasına ve Rusya’ya uzanan bu büyük yol, adeta bir ticaret ağı oluşturmuştur. Doğduğu yer olan Chang’an’dan itibaren yaklaşık 7.000 ila 8.000 km uzunluğunda varsayılan İpek Yolu’nu bir tüccarın tek başına geçmesi neredeyse imkânsızdır. Kaynakların ifade ettiğine göre sadece Çin’den Sasani sınırına ulaşabilmek yüz elli gün sürmekte, Sasanilerin doğu sınırından batı sınırına da seksen günlük yolculukta geçilebilmektedir. Büyük bir kervanla yolculuk geçiren tüccar, yolculuk esnasında sayısız tehlikelerle karşılaşmakta, tüccarın hiçbir zaman hayat güvencesi olmamaktadır. Her an karşısına çıkabilecek olan yırtıcı bir hayvan sürüsüne yem olabilecektir. Ayrıca kervanların en büyük korkusu eşkıyalardır.

İlerleyen dönemlerde ipek talebinin batı ülkelerinde artması, ticareti zorunlu hale getirmiştir. Bunun için güvenlik tedbirleri alınmış, Çin’de İpek Yolu boyunca gözlem kuleleri inşa edilmiştir. Bu gözlem kulelerine çıkan askerler gördükleri tehlike karşısında diğer bir kuleye işaret verebilmek için ateş yakmışlardır. Daha sonra bazı kontrol noktaları belirlenmiştir. İlk kontrolün yapıldığı yer, tüccarların yola koyulduğu ilk yer olan Chang’an’da yapılmaktadır. Çin sınırlarında yapılan son kontrol noktası ise Dunhuang şehridir. Fakat bunlar eşkıya ve haydutların önüne geçmeye tam olarak engel olamamıştır. Kervanlar, geçtiği topraklar üzerinde hâkim bulunan devletin askerleriyle birlikte ilerlemekte, bunun karşılığında devlete bir miktar “koruma vergisi” adı altında vergi ödemektedir. Koruma vergisinin hangi oranda alındığı hakkında bilgi bulunmasa da bu verginin azımsanamayacak derecede yüklü olması muhtemeldir. Koruma vergisinin dışında gümrük vergisi, iç gümrük vergisi gibi çeşitli vergiler de tüccarlardan tahsil edilmektedir. Zaten tüccar da ticaretini ehemmiyetli bir şekilde yapabilmek için bu vergileri vermek zorunda kalmıştır.

Aslına bakılırsa gümrük kelimesi Selçuklular çağından itibaren Türklerde kullanılmaya başlanmıştır. Eski Türklerde gümrük veya gümrük vergisini ifade eden terim ise “tamga”dır. Bu vergileri toplayan görevli ise “Tudun”lardır. Ticaret yoluna hâkim olabilmek için coğrafya üzerindeki tüm devletlerin mücadeleye giriştiği, bu devletlerden birinin de Türkler olduğu bilinmektedir. İskitleri saymazsak Hunlar çağından itibaren Türkler, kervan yolları için komşu devletlerle mücadeleye girişmiş, kimi zaman bu mücadeleye geçici süreliğine barış yoluyla ara vermişlerdir. Barış zamanlarında sınır kasabalarda kurulan pazarlar Türkler için çok önemli bir yere sahiptir.

İpek Yolu’nda Kurulan Ticari Vaha Kentleri

Kervan yolları, geçmiş olduğu coğrafya üzerindeki şehirlere olumlu ve olumsuz bir takım etkide bulunmuştur. Olumsuz etkinin en çarpıcı örneği, kervan yolunun ticaret şehirlerden geçmesi sebebiyle gerçekleşen savaşlardır. Şehirler daima kanlı harplere tanıklık etmiş ayrıca buradan geçen orduların şehri talan ettiği de olmuştur. Fakat olumsuz etkilerine mukabil olumlu etkilerin daha fazla olduğu görülmektedir. Nitekim şehirden geçen büyük bir kervan, bölgede ticaretin gelişmesi ve genişlemesine vesile olmaktadır. Ayrıca bölgeden geçen ordunun etrafında ticari pazarların kurulması, tüccarlar için bir fırsat olduğu görülmektedir. Bu küçük ama zengin ticari kentlerde yaşayanların ne denli servete sahip oldukları Pencikent’te gerçekleşen bir olaydan daha iyi anlaşılmaktadır.

Arap işgali esnasında (M.S 706) Pencikent’te yaşayan bir kişi esir düşmesinden sonra kendisi için 5.000 parça ipeği fidye olarak vereceğini teklif etmiştir. Verilen tarihlerde ipeğin önemini göz önünde bulundurarak sıradan birinin böyle büyük miktarda ipeği vermeyi teklif etmesi, bu kentlerde yaşayan insanların zenginliğini gözler önüne sermektedir.

İpek Yolu üzerinde bulunan siyasi bir birliktelik oluşturmayan küçük ticari şehirler neredeyse tüm zenginliklerini İpek Yolu’na borçludur. Kervanların İpek Yolu’nu konaklamadan geçmesi mümkün değildir. Bu noktada devreye tüccar kentler girerek, kervanlara konaklama, gıda depolama ve ticaret yapabilme gibi imkânları sunmaktadır. Ayrıca kentlerde arz-talep doğrultusunda üretimin geliştiği görülmüştür. Fakat bu şehirlerin siyasi birlikten yoksun durumda olmaları ve ordularında hiyerarşik yapının bulunmayışı siyasi ve askerî açıdan zafiyet göstermelerine, haliyle bu durum kentlerin etrafındaki güçlü devletlerin mücadeleye girişmesine sebep olmuştur.

Bölgenin etkin devletlerinden olan Türkler ve Çinliler için küçük şehir devletçikleri ufak birer lokma durumundadır. Bozkırın mezkûr büyük devletleri onları almakta güçlük çekmeseler de küçük devletçikler için kendi aralarında giriştikleri mücadeleler çok kanlı geçmiştir.

Vaha kentlerinin kurulmasında Buda mabetlerinin rolü de büyüktür. Buda mabetleri tüccarlar için bazı gereksinimleri karşılamaktadır. Öyle ki yeri geldiğinde bu manastırlar borsa, yeri geldiğinde banka, kimi zaman da depo olarak kullanılmaktadır.

Çin ile Avrupa’yı birbirine bağlayan İpek Yolu’nda kurulan ticari vaha kentleri hem tüccarlar için hem etraftaki büyük güçler için hem de kendileri için büyük önem taşımaktadır. Yalnız burada göz ardı edilmemesi gereken bir şey vardır ki o da siyasi bir karaktere sahip olmayan vaha kentleri, büyük devletlerin koruması altına girmediklerinde çöküş yaşayabilmektedir. Bu durum ise İpek Yolu ticaretini olumsuz etkileyecektir. Karşılıklı menfaatlerin hem sahaya hükmeden devlet için hem de vaha kentleri için önemli olduğu görülmüştür.

Dünyanın doğusu Çin ile Akdeniz coğrafyasını birbirine bağlayan İpek Yolu’nda Dunhuang, Fergana, Turfan, Loulan, Kuça, Hoten ve Kansu kurulan şehirlerden sadece birkaçıdır. Bu kentlere biraz daha yakından bakmak iyi olacaktır.

Dunhuang: Çin’in batı ucunda İpek Yolu üzerinde bulunan Dunhuang şehrinin kuruluşu, Çin ile Hunların çatışmaya başladığı yıllara denk gelmektedir. İpek Yolu’nun erken dönemlerinde Asya’nın zengin şehirlerinden birisi olarak gösterilen Dunhuang şehri, kuruluş aşamasında askeri garnizon olarak düşünülmüş fakat daha sonra güçlü ve önemli bir ticaret şehri olarak ortaya çıkmıştır. Xi-an (Si-an)’dan yola çıkan bir kervan Çin’in en batı sınırı olan Dunhuang şehrinde bir tercih yapmaktadır. Yol bu noktada Kuzey İpek Yolu ve Güney İpek Yolu olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Anxi – Hami – Turfan yolu, kervanı Kuzey Yolu’na götürürken; Baş Kurgan – Hotan yolu ise Güney Yolu’na götürmektedir.

Ticaret kervanları için durak noktası olan Dunhuang, kısa sürede zenginleşerek çevresindeki şehirlere göre güçlenmiştir. İpek Yolu ve Doğu Türkistan’a hâkim olmak isteyen devletlerin mutlaka sahip olması gereken bir şehir olan Dunguang’ta VIII. yüzyılda Soğdlulardan 1.400 kişilik bir nüfusun yaşamış olduğu bilinmektedir.

Loulan: Çin’de hüküm süren Han Hanedanlığı dönemi tarihi kayıtlarında ismi Shan- Shan olarak da geçen Loulan ticari şehri, ilk dönemlerde oldukça canlı, dinamik ve gelişen bir şehir hüviyetindedir. Öyle ki, o sıralarda İpek Yolu’nun en önemli duraklarından birisi olarak bilinmektedir. Xi-an (Si-an)’dan 2.531 km uzaklıkta olan Loulan bölgesinin, Han Hanedanlığı döneminde 1.570 hanesi, 14.100 nüfusu ve 2.912 askeri bulunmaktadır. Miladi IV. yüzyılın ilk yarısında Loulan, şehrin sakinleri tarafından bir anda boşaltılmıştır. Tarihi kaynaklar bize bu konuda açıkça bilgiler vermese de XX. yüzyılın hemen başında yapılan araştırmalarda bu bölgenin hangi sebepten dolayı boşaltıldığını açıklanmaktadır. 28 Mart 1900 tarihinde Sven Hedin’in bulduğu kalıntılar, bölgenin o yüzyıllarda yaşamış olduğu ciddi su sıkıntısını ve buna bağlı olarak toprağın verimini kaybettiğini, akabinde de bölgenin önce bir bataklığa ardından da çöle dönüştüğünü ortaya çıkarmaktadır.

Turfan: Tarihi kayıtlarda adına ilk defa milattan önceki asırlarda rastladığımız Turfan ticaret şehri hakkında M.Ö 92 yılında ölen Çinli bir tarihçi, şöyle söylemektedir: “Turfan’ın kentleri batı ülkelerine açılan kapılardır.” Dunhuang şehri için ticari bir ileri karakol durumunda bulunan Turfan şehri, Hunlar tarafından pek önemsenmemesine mukabil Çinliler gereken özeni göstermişlerdir. Turfan şehri hakkında verilen eski bilgilere göre şehrin nüfusu 6.050, asker mevcudu ise 1.865 idi. Hunların en parlak zamanı Mete Han döneminde Türk hâkimiyeti altına giren krallık, Hunlar zayıfladıkça da Çin hâkimiyeti altına girmiştir. Turfan Kralı, Çin ile Hunlar arasında kalmamak için iki devlet karşısında denge siyasetini tatbik etmeye gayret ettiği görülmektedir.

Göktürkler zamanına kadar genellikle yabancıların yaşadığı Turfan kenti, Göktürk çağına gelindiğinde büyük ölçüde Türkleşmiş, yabancı kervanların, tüccar kolonilerinin uğrak yeri olmuştur. 639 senesinde Batı Göktürklerinin ardından da 649 senesinde Doğu Göktürklerinin Çin hâkimiyeti altına girmesi ile Turfan şehri yeniden Çinlilerin eline geçmiştir. Diğer şehirlerde olduğu gibi Turfan şehri de Çin ile Türkler arasında yaşanan mücadeleye tanıklık etmiştir.

Kaşgar: Türkistan’ın en önemli şehirlerinden biri olduğu gibi, İpek Yolu üzerinde bulunmasından dolayı zenginliğine zenginlik katmış, buna mukabil tarih boyunca sürekli savaşlara sahne olmuş diğer bir ticari şehirdir. Şehrin ticarette gelişmesinin yanı sıra tarım ve sanatta da gelişmiş olduğunu bölgeyi gören seyyahlar anlatmaktadır.

 

Kuzey ve Güney İpek Yolu’nun keşişim noktasında bulunan ve tüccarların önemli durak yerlerinden biri olan bu vaha kenti, Mete Han zamanında Türklerin idaresine geçmiş bulunmaktadır. Han Hanedanlığı zamanında bu şehir 18.647 nüfusa sahip iken, asker sayısı 2.000’i bulmaktadır. Kaşgar’ın diğer şehirlere nazaran nüfusunun daha fazla olmasına rağmen asker sayısının az olması, Kaşgar’ın siyasi-askeri bir güce sahip olmaktan yoksun olduğunu göstermektedir.

Kuça: Kuzey İpek Yolu’nda bulunan Kuça şehri tarihi kayıtlarda ilk defa M.Ö II. yüzyılda karşımıza çıkmaktadır. Toharlar tarafından inşa edilen bu şehir demir madenlerinin zenginliğiyle bilinmektedir. Han Hanedanlığı döneminde bölgeye hâkim olabilmek adına Hunlar ile Çinliler arasında mücadeleler yaşanmıştır. Bölgenin yaşamış olduğu zenginlik ve zevk hayatı büyük bir şöhrete kavuşmuş olmasına karşılık tehlikeleri de beraberinde getirmiştir. Budist misyonerlerin Hindistan’dan kuzeye gitmesiyle birlikte Kuça şehri bir Budizm merkezi haline gelmiştir. Yine Çin kayıtlarından öğrendiğimiz bilgilere göre Kuça şehrinde pirinç, darı, buğday ve fasulye yetiştirilmekte; altın, bakır, çelik ve tebeşir tozu gibi zengin madenlere ev sahipliği yapmaktadır.

Fergana: Aşağı Türkistan şehirlerinden birisi olan Fergana, Chang’an (günümüzde Xian= Si-an)’dan 5.208 km uzaklıkta olup 300.000 kişilik bir nüfusa sahip ve 60.000 kadar da askeri bulunmaktadır.

Fergana şehri hakkında bilinenler ilk defa Çin kaynaklarında görülmektedir. Bölgede tarımcılık ve şehirleşme görüldüğü gibi, ayrıca kan terleyen atları ile meşhurdur. Bu atlar Çin yıllıklarında methedilmekte hatta kutsallaştırılmaktadır. Öyle ki hâkim olan bir inanca göre Fergana atları “Gökatı”ndan doğan bir tayın soyundan gelmektedir. Hem bu sebeple hem de diğer kentlere oranla daha fazla nüfusu ve askeri bulunması sebebiyle büyük devletler nazarında Fergana’nın yukarıda verilen ticaret kentlerine göre daha büyük önem taşımadığı söylenebilir.

İpek Yolu’nun Kadim Tüccarları: Soğdlular

İslam coğrafyacılarının Maveraünnehir dedikleri yer olan Amuderya ve Sirderya nehirleri arasında yaşayan Soğdlular, Hint-Avrupa grubundan gelmekte, yaşadıkları coğrafyaya aynı zamanda Soğdiyana denilmektedir. Eserini XI. Yüzyılda kaleme alan Kaşgarlı Mahmud ise Soğdluların, Buhara ile Semerkant coğrafyası arasında yaşamakta olduğunu belirtmiştir. Kendi dilleri olan Soğdca’yı konuşan bu topluluk, XI. yüzyıldan sonra kendi dillerini bırakarak Fars-Tacik dilini konuşmaya başlamışlardır.

Birçok bölgeye yayılan ve Türklerle adeta iç içe yaşayan Soğdluların iskân ettiği coğrafyalarda birçok vaha devleti bulunmaktadır. Bilinenlere göre VIII. Yüzyılda Semerkant, Buhara, Şaş, Kuşanya gibi devletlerden gelen Soğdluların sadece Dunhuang’da olan nüfusu 1.400 kişiye ulaşmıştır.

Soğdlular yaşadıkları coğrafya üzerinde siyasi bir kimlik kazanamamış, büyük bir devlet oluşturmaktan ziyade ticaretle meşgul olarak bölgenin en zenginleri olmuşlardır. Soğdlular yaşadıkları coğrafya üzerinde hâkimiyet sağlayan devletlerle her zaman iyi geçinmeye çalışmış, sürekli bir denge politikası takip etmişlerdir. Merkezi bir hükümdarlık kuramayan Soğdlular, Semerkant’ın üstünlüğünü tanıyan, küçük gruplardan oluşan bir konfederasyon halini almıştır.

Koloniler halinde yaşayan Soğdlular, İpek Yolu ticaretini ellerinde bulundurduğu gibi müşavirlik, diplomasi ve siyaset alanında da tabi oldukları devletlere hizmetlerde bulunmuşlardır. Nitekim özellikle Göktürkler ve Uygurlar döneminde Soğdlu elçilerin sayısı bir hayli fazladır. Sürekli olarak yapmış oldukları ticaretin onlara kazandırmış olduğu bir önemli vasıf da yabancı dilleri öğrenebilmeleri olmuştur. Öyle ki, öğrenmiş oldukları diller bilhassa elçilik işlerini yürütmelerinde onlara fayda sağlamıştır. Göktürkler çağında çok geniş sınırlar içerisine yayılan Soğdlular bölgede ekonomik hayatın canlanmasını ve bu sayede bölgedeki ticaret çarkının sürekli olarak dönmesini sağlamışlardır. “İt ürür, kervan yürür”, “Nerede ticari bir çıkar varsa orada onların izine rastlamak mümkündür” diye eleştirilen Soğdlular, gerçekten de ticaretin canlı olduğu birçok vaha kentine iz bırakmışlardır. Öyle ki Barthold bu konuda Soğdlular için “kervan yollarının Fenikelileri” demiştir. Büyük devletler, kervan yolları ticaretinin başrolü olan Soğdlular’dan devamlı faydalanmak istemişlerdir. Büyük devletlerin demir yumruğu ile Soğdlular’ın ticari faaliyetleri bir olunca devlet iktisadi açıdan devamlı olarak güçlü kalabilmiştir. Bu sebeple koruma altında bulunan Soğdlu tüccarlar, koloniler halinde gittikleri bölgelerde ticareti canlandırmışlardır.

“Bir topluluk ticarette nasıl bu derece üstün olabilir?” sorusunu cevaplandırmak için Soğdluların toplum yapısına ve geleneklerine bakmak gerekmektedir. Yukarıda da bahsedildiği gibi tüccar bir topluluk olan Soğdlular, çocukları doğduğunda avuçlarına yapışkan sürer, ağızlarına ise şeker koyarlardı. Bu gelenek, “çocukları büyüdüklerinde dilleri tatlı olsun müşteriyi kaçırmasın, yapışkan olan ellerinden para düşmesin yapışıp kalabilsin” diyedir. Çocuk belli bir yaşa geldikten sonra da hemen yabancı ülkelere gönderilerek ticarete atılmaları sağlanmaktadır. Sadece bu ifadelerden bile, çocukluktan itibaren bu şekilde yetiştirilen bir insanın ticarette nasıl üstün olduğunu anlamak mümkündür. İslam tarihçisi Cahiz’de de yer aldığı üzere her milletin bir konuda üstünlüğü bulunmaktadır. Çocukluktan beri koyun üzerinde küçük hayvanlar avlayan bir millet olan Türkler nasıl askerlikte üstün gelmişlerse, aynı şekilde küçük yaşlardan itibaren ticaretle ilgilenen Soğdlular da tüccarlıkta üstün hale gelmişlerdir.

Ticaret ile haşır neşir bu milletin kendi dili olan Soğdiyan dili, Orta Asya ticaretinde kullanılan ortak dil haline gelmiştir. Yürüttükleri ticari faaliyetler neticesinde birçok yabancı dil öğrenen Soğdlular, ticaretin yanı sıra elçilik, müşavirlik, tercümanlık faaliyetlerini de yerine getirmiştir. Doğu ile batı arasında ticareti gerçekleştiren bu topluluk aynı zamanda kültürün aktarılmasında, bilginin paylaşılmasında ve dini metinlerin çevrilmesinde de önemli yer edinmiştir. Yani bu topluluk yaşamış olduğu coğrafyaya hem iktisadi hem kültürel hem de dini zenginlik götürmüştür.

Akdeniz dünyası ile Asya’yı birbirine bağlayan muazzam bir kervan yolu olan İpek Yolu’nda birçok Türk devleti hâkimiyet kurmuş ve ticareti idare etmiştir. Yaklaşık 1.000 sene Türk idaresinde kalan İpek Yolu’nun, Türkler için tarihi seyrini -İskitleri saymazsak- Hunlar ile başlatmak mümkündür. Bu tarihten itibaren komşu devletlerle olan İpek Yolu mücadelesi devamlı sürmüştür. Peki, Türkler için İpek Yolu’nu böyle önemli kılan etken neydi? Bu sorunun cevabını gelecek makalelerde cevaplandırmaya çalışacağız…

 

 

 

KAYNAKÇA

BARATOVA, L. (2002). “Orta Asya’daki Türk Kağanlığı M.S 600-800”. Türkler II, 88-90, (çev. Başar Batur), Ankara.

BECKWİTH, C. I. (2011). İpek Yolu İmparatorlukları. (çev. Kürşat Yıldırım), Ankara: ODTÜ Yayıncılık.

BOZKURT, N. (2000) “İpek Yolu”. DİA XXII, 369-373, İstanbul.

BURYAKOV, Y. F. (2002). “Eski ve Orta Çağ Dönemlerinde Büyük İpek Yolu Üzerindeki Orta Asya Türkleri”. Türkler III, 234-242, (çev. Alesker Aleskerov), Ankara.

EREN, T. (2013). Bozkır Kültür Çevresinde Ulaşım ve Haberleşme (Başlangıçtan Uygur Dönemi Sonuna Kadar). Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

GOFF, J. L (2018). Ortaçağ Tüccarları ve Bankerleri. (çev. Oğuz Adanır), Ankara: Doğu Batı Yayınları.

HAUSSIG, H. W. (2001). İpek Yolu ve Orta Asya Kültür Tarihi. (çev. Müjdat Kayayerli). İstanbul: Ötüken Yayınları.

İMER, Z., (2005) “Miladi Dönem Öncesi Orta Asya’da İpek”. bilig, 32, 1-32.

İZGİ, Ö. (2017). Orta Asya Türk Tarihi Araştırmaları. Ankara: TTK Yayınları.

KAFESOĞLU, İ. (2015). Türk Milli Kültürü. İstanbul: Ötüken Yayınları.

KERİMOVA, R. (2002). “Hun İmparatorluğu ile Çin’in Doğu Türkistan Mücadelesi”. Türkler I, 743-744, (çev. Nurşen Özsoy), Ankara.

MORI, M. (1984). “Sogdluların Orta-Asya’daki Faaliyetleri”. BELLETEN XLVII(185), 339-351, Ankara.

ONAT, A. (2012). Çin Kaynaklarında Türkler Han Hanedanı Tarihi’nde “Batı Bölgeleri”. Ankara: TTK Yayınları.

ÖGEL, B. (2015). Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi I-II, Ankara: TTK Yayınları.

STAVİSKY, B. Y. (2002). “İpek Yolu ve İnsanlık Tarihindeki Önemi”. Türkler III, 401-416, (çev. Mehmet Tezcan), Ankara.

TEZCAN, M. (2014). “İpek Yolu’nun İran Güzergâhı ve İpek Yolu Ticaretine İran Engellemesi”. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 3(1), 96-123.

TOGAN, N. (1964). “Peygamberin Zamanında Şarki ve Batı Türkistan’ı ziyaret eden Çinli Budist Rahibi Hüen-Çang’ın Bu Ülkelerin Siyasî ve Dinî Hayatına Ait Kayıtları”. İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, IV(1-2), 21-63, İstanbul.

TOPRAK, A. (2008). Doğu Batı Kültürel Etkileşiminde İpek Yolu (Başlangıçtan Göktürk Dönemi Sonuna Kadar). Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

UHLIG, H. (2000). İpek Yolu. (çev. Alev Kırım). İstanbul: Okyanus Yayınları.

YILDIRIM, K. (2012). “Doğu Türkistan ve İlk Sakinleri”. Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, XII(1), 419-440.

ZEREN, M., Kürşat Y. (2014). “Türk Tarihi’nde Dunhuang’ın Önemi”. Türk Dünyası Araştırmaları, 213, 163-180.

 

 

 

 

 

 

Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir