ŞUŞA’ya Neden Karabağ’ın Kalbi Deniliyor?
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bağımsızlığını kazanan ve şimdiye kadar Petrosyan, Koçaryan, Sarkisyan ve Paşinyanhükümetleri tarafından yönetilen Ermenistan, tarihi bir olayın arifesinde, Ermeni diasporası ve ülke içinde güçlü olan radikal Ermeni muhalefetinin arasında, adeta arafta kalmış bir ülke görünümündedir. Her gelen devlet yöneticisinin Rusya’ya olan bağımlılığı azaltacağız, dış dünya ile diplomatik ilişkilerimizi geliştireceğiz, tam bağımsız bir Ermenistan yaratacağız deyip, iktidarlarının sonunda Rusya’ya giderek bağımlı hale gelinen toprakların adıdır Ermenistan.
Ermenistan, 1992 yılından beri kontrol ettiği ve gerek Birleşmiş Milletler gerekse uluslararası hukuk kuralları gereği de jure (hukuki) olarak Azerbaycan toprağı olan Karabağ konusunda bugün artık bir dönüm noktasındadır. Dünya haritası yeni bir coğrafya ile tanışmıyor, 1991 yılında dağılan SSCB’nin için çıkıp bağımsız olan 15 yeni devlet sonucunda dünya haritasının değiştiği gibi bir durumla karşı karşıya kılınmıyor. Ancak tarih, hem Azerbaycan hem Ermenistan için yeniden yazılıyor, Güney Kafkasya’da kartlar yeniden dağıtılıyor, İran, Rusya ve Türkiye yeniden pozisyon alıyor ve Atlantik ötesi yeni bir Kafkasya stratejine adım atıyor.
Şüphesiz ki ŞUŞA, bu tarihin yazılmaya başlandığı en stratejik bölgeyi teşkil etmektedir. Bir Türk hanı olan PenahAli Han tarafından 18. yüzyılın ikinci yarısında ŞUŞA kalesinin inşa edilmesiyle önemli bir Türk yurdu olan ŞUŞA, ikmal ve göç yolları üzerinde olması nedeniyle birçok farklı medeniyetin uğrak yeri olmuştur. Saklar, Hunlar, Doğu Romalılar, Hazarlar, Selçuklular, Moğollar ve Timur İmparatorluğu gibi birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Daha sonra Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevi ve Osmanlı Devletlerinin hakimiyetinde kalan bölgede Türk-Müslüman idaresi ve kültürü hâkim olmuştur.
İran hükümdarı Nadir Şah’ın 1747 yılında ölmesiyle İran ve Azerbaycan coğrafyasında bulunun Türkmen beyleri kendi hanlıklarını kurmak istemişlerdir. Bu çerçevede, 1747 yılında Karabağ Hanlığı kurulmuştur. 1805 yılında Rus imparatorluğunun kontrolüne geçen bölgeye, 1820’li yıllardan sonra Çarlık Rusya tarafından Ermenilerin göçü başlamıştır. Sovyetler birliği döneminde de göç politikası devam ettirilmiştir. Dolayısıyla, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Karabağ sorununun şekillenmesinde en başat faktör Çarlık Rusyası ve onun coğrafi mirasçısı niteliğindeki Sovyetler Birliği’dir.
Ermeni göçleri ile birlikte bölgede sayısal üstünlük Ermenilere geçmiştir. Ermeniler, zamanla sayısal üstünlük elde ettikleri bu topraklarda artan Ermeni ayrılıkçı hareketleri neticesinde hak iddia etmişlerdir. 19. yüzyılda “Küçük Paris” olarak adlandırılan ŞUŞA, o dönemde ticari, kültürel ve nüfus büyüklüğü açısından Tiflis’ten sonra Kafkasya bölgesinin en büyük ikinci şehri olmuştur. Bu şehir aynı zamanda Ermenilerin “Türksüz Ermenistan” idealini gerçekleştirmek için stratejik bir şehirdir. Ermeniler ŞUŞA şehri için “Karabağ’ın Kudüs’ü” demişlerdir.
4 Temmuz 1921’de Lenin’in aldığı karar gereği Azerbaycan toprağı sayılan Karabağ’da bulunan yüksek, güvenlikli ve coğrafik öneme sahip olan ŞUŞA, 8 Mayıs 1992 tarihinde Ermenistan tarafından işgal edilmiştir. Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında günümüze kadar Ermeniler tarafından iki yol izlenmiştir. Birincisi, ŞUŞA’ya yapılan saldırılar, yerinden etme politikaları ve tahribatlar ile bölgede yaşayan Azerbaycan Türklerinin varlığı yok edilmeye çalışılmıştır. İkici olarak ise, yakılan ve yıkılan ibadethaneler, kültürel imarethaneler ve eğitim yapıları ile Türk varlığı yok edilmek istenmiştir.
ŞUŞA, sahip olduğu, yüksek, güvenlikli ve ikmal yolları üzerinde bulunan coğrafik konumu ile sözde Karabağ cumhuriyetinin başkenti olan Hankendi (Stepanakert) ile Ermenistan arasındaki ikmal yollarının geçtiği ve kesiştiği bir kontrol noktasıdır. Laçin Koridoru veya Karabağ için “yaşam yolu” olarak bilinen yol şehrin içinden geçmektedir.Dolayısıyla, Ermenistan’dan herhangi bir yardım alamayan Hankendi hızlı bir şekilde ait olduğu topraklara Azerbaycan’a katılacak ve tarih 1992’de kaldığı yerden yazılmaya tekrar devam edecektir.
ŞUŞA, alelade bir yer değildir. Ermenistan tarafından tahrip edilse de, sahip olduğu Türk mimarisi ile bölgenin kadim Türk toprağı olduğunun bir kanıtıdır. Azerbaycan’ın sanat ve sanatçı fabrikasıdır. Azerbaycan’da ilk defa tiyatro, şiir ve konserlere ev sahipliği yaptığı için “Doğu’nun Konservatuarı, Avrupa’nın İtalya’sı, Azerbaycan Müziğinin Beşiği” olarak adlandırılır (Üzeyir Hacıbeyli, Seyyid Ahmed Karabâğî, Hacı Hüsi, Çetene Mehmed, Karyağdıoğlu Cabbar, MalıbeyliŞükür, Keçecioğlu Mehmed, Meşedi Mehmed Ferzelioğlu, Seyyid Şuşalı, İslâm Şuşalı, Han Şuşalı, Adıgüzeloğlu Zülfü). Haydar Aliyev, “Şuşa, Azerbaycan halkının, atalarımızın yarattığı büyük bir anıttır. Şuşa, sadece Şuşa halkı için değil, tüm Azerbaycanlılar için aziz şehir, aziz kale, aziz anıttır“diyerek bu toprakların önemini dile getirmiştir.
Etrafının ormanlık olması, kayalar üzerine inşa edilmesi ve yüksek konumu ile bölgeyi kuşbakışı güvenlik altında tutmanın anahtarıdır. Kesintisiz bir Türk dünyası idealinin düşünceden ziyade konuşulmaya başlandığı toprakların adıdır ŞUŞA.
8 Mayıs 1992 tarihinde kaybedilen ŞUŞA şehri, 8 Kasım 2020tarihinde modern ve caydırıcılığı yüksek silahlara sahip,1992’de analarının kucağında bölgeyi terk etmek zorunda kalan çocukların Azerbaycan ordusu olarak 28 yıl sonra tank üstünde gelerek işgalci Ermenistan’dan temizlediği ve Azerbaycan’a bağladığı kadim topraklardır.
ŞUŞA’yı alan Karabağ’ı alır.