Türkiye’nin BRICS Üyeliği: Sorular ve Cevaplar
Cumhuriyet dönemi Türk dış politikasına Osmanlı’dan kalan en büyük miras Türkiye’nin yönünü ne tarafa döneceği ve hangi blok içinde yer alacağı tartışmalarıdır. Bu tartışmalar sadece dış politika başlığıyla sınırlı kalmayarak Türkiye’nin bu konuda vereceği kararın aslında dünya medeniyet dairesi içindeki yerini de belirleyeceği söylenmiş; mesele çok daha geniş bir perspektiften ele alınmıştır. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında alevlenen bu tartışmalar Cumhuriyetle birlikte de sürmüş; ta ki Türkiye’nin NATO’ya girişine kadar olanca hızıyla devam etmiştir. Aslında NATO üyeliğimizin olması, yani bir anlamda Türkiye’nin tarafını seçmesi bu tartışmanın sona ermesine yetmemiştir. Türkiye zaman zaman dünya üzerindeki farklı uluslararası örgütlerle temas halinde bulunarak bunlarla ilişkilerini arttırmaktan çekinmemiştir. Bu minvalde son yılların en çok tartışılan başlıklarından birisi Türkiye’nin BRİCS’e üye olup olmayacağı konusudur. Bilindiği gibi BRİCS, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa ülkelerinin dünyanın geri kalanı üzerinde oluşturdukları ya da oluşturmaya çalıştıkları tek kutuplu dünya düzenini reddeden bir siyasi anlayışla hayata geçirilmiştir. Sistemi toptan ve en kısa sürede değiştirmek, doların yerine yeni para birimlerini ikame etmek gibi çıkışları kısa vadede pek mümkün gözükmese de yine de bütün dünya tarafından ciddiyetle takip edilen bir yapı haline gelmiştir.
Bilindiği gibi BRİCS, kurucu ülkelerin baş harflerinden oluşan bir kısaltma. Beş harf ve tek kelimeden oluşan BRİCS genişleme programlarıyla sonuna eklenen + ile birlikte dünyanın yarısını hem nüfus hem de ekonomi olarak tek kelimeye sığdıran bir yapı haline gelmiş durumda. Kurucu ülkelerden Brezilya, Latin Amerika’nın lider ülkesi konumunda bulunurken hem nüfusu hem de ekonomik gelişimi ile önümüzdeki yıllarda da dünya siyaset sahnesinde etkili bir ülke olmaya aday. Kısaltmanın içinde sırasıyla yer alan Rusya, Hindistan ve Çin ise özellikle nükleer silaha sahip olmaları ve yaptıkları askeri harcamalarla tek kutuplu dünya düzenine karşı çıkışlarını her fırsatta ifade ediyor. Çin, sadece askeri harcamalarda değil, ekonomik olarak da hem ABD’yi hem de Avrupa ülkelerini kuşatabilecek bir potansiyelde olduğunu artık açıkça söylemekten çekinmiyor. Birliğe sonradan katılan Güney Afrika ise Afrika kıtasının tamamını temsile soyunan ve diğer üyelerin bu kıta ile olan ilişkilerini kolaylaştıracak bir aktör olarak karşımıza çıkıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2018 yılındaki BRİCS liderler zirvesine katılarak Türkiye’nin de bu yapıda olmak istediğini açıklaması ile birlikte Ankara’nın resmi üyelik başvurusunu ne zaman yapacağına dair iddialar ortaya atılmaya başlanmıştı. Özellikle geçtiğimiz günlerde Azerbaycan’ın BRİCS’e resmen başvuruda bulunması ve BRİCS’in dönem başkanlığını Rusya’nın yürütmesi Türkiye’nin de bu konuda bir adım atmak üzere olduğu yorumlarına sebep olmuş ve bazı mecralarda da üyelik başvurusunun resmen yapıldığı söylenmişti. Türkiye’nin böyle bir başvurusu şimdilik söz konusu değil ancak Rusya Devlet Başkanı Putin’in bu yıl içerisinde Türkiye’ye yapacağı ziyarette konunun yeniden ele alınması ve Ankara’nın resmen bir üyelik başvurusunda bulunması görüşmenin sürpriz başlıklarından biri olabilir.
Türkiye’nin BRİCS Üyeliğine Bir Engel Var Mı?
Türkiye, hem BRİCS hem de ŞİÖ (Şangay İşbirliği Örgütü) gibi dünya siyaset sahnesinde yer alan ve Türkiye’nin çıkarlarına uygun olduğunu düşündüğü belli başlı yapılarla görüşüp konuştuğunda yükselen bir takım itirazların olduğu görülmektedir. Bu itirazlar gerek kendi ülkemiz içinden gerekse hali hazırda dost ve müttefik olarak kabul ettiğimiz bazı ülkelerden gelmektedir. İtirazların esas çıkış noktası Ankara’nın Batı dışı ve hatta Batı karşıtı olan bu bloklarda yer alamayacağıdır. Söz gelimi, Türkiye’nin ŞİÖ ile yakın ilişki içinde olması NATO üyeliği kimliği ile atabileceği bir adım değildir. Ya da Türkiye’nin BRİCS’e üyelik başvurusunda bulunması Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerine olumsuz etki yapabilir gibi çıkışlar ortaya konulmaktadır.
Türkiye’nin AB ile herhangi bir olumlu ilişkisinin kalıp kalmadığı sorusu bir yana BRİCS, AB, ŞİÖ ve NATO gibi yapılanmaların her birinin kendine has özellikleri ile değerlendirilerek bu değerlendirmelere göre politika üretilmesi gerekir. Dolayısıyla NATO üyesi ve NATO’nun en güçlü ikinci ordusu olan Türkiye’nin BRİCS üyesi ülkelerle iktisadi ilişkilerini arttırması NATO üyeliğine hiçbir halel getiremez ve Batılı ülkelerle ilişkilerinde herhangi bir kırılmaya sebep olamaz. Türkiye, nasıl ki kurucusu olduğu ve giderek etki sahasını arttıran Türk Devletler Teşkilatı (TDT) ile Türkistan coğrafyasında kültürel ve ticari etkinliğini arttırdığı için Rusya ile ilişkilerinde bir problem yaşamadıysa Batılı müttefikleri ile de aynı şekilde bir problem yaşamamalıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin resmi olarak şu an yer aldığı hiçbir uluslararası kuruluş ya da taraf olduğu hiçbir anlaşma Ankara’nın yeni bir anlaşma yapmasına ya da üyelik başvurusunda bulunmasına engel değildir.
BRİCS Üyesi Ülkelerin Siyasi, İktisadi ve Toplumsal Yapısı
Türkiye’nin dünya medeniyet dairesinin neresinde olduğuna dair sorulan sorulara dış politikadaki tercihlerimiz üzerinden cevap aranması bizim de kanıksadığımız ve kabullendiğimiz bir duruma dönüştü. Bu yaklaşım özellikle Avrupa ve ABD tarafından belli başlıklar üzerinden ele alınıyor ve değerlendirme kıstaslarını da bunlar oluşturuyor. Ülkelerin ne kadar demokratik olduğu, hukuk sisteminin siyasetten azade bir şekilde işleyip işlemediği, ifade ve basın özgürlüğü ile adil ve demokratik seçimlerin yapılıp yapılamadığı ülkelerin siyasi yapısını temel hatlarıyla ortaya çıkarıyor. Ülkelerin toplumsal yapısı ise uygulanan siyasi kararların toplumdaki yansımasına göre değerlendiriliyor. Bu manada toplum ve siyasi karar alıcılar arasındaki uyum ne kadar fazla ise burada başarılı bir siyasi sistemden söz etmek de o kadar mümkün oluyor. Özgürlükler evi (Freedom House), Demokrasi Vakfı vb. gibi ülkelerin toplumsal yapılarını ve mevcut durumlarını şeffaf bir şekilde analiz etmek yerine tamamen kendi siyasi hesapları doğrultusunda hareket ederek güvenilir olmaktan hızla uzaklaşan bazı merkezlerin değerlendirmelerinden bağımsız olarak BRİCS üyesi ülkelerin siyasi ve toplumsal yapılarına baktığımızda maalesef sonucun çok da olumlu olmadığını söylememiz gerekiyor.
Başta Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlalleri olmak üzere, Çin’deki siyasi ve toplumsal hayatın seyrine dair olumlu bir cümle sarf etmek neredeyse imkânsızdır. Rusya’da demokratik ve adil seçimlerin yapıldığını iddia etmek, Putin’e muhalifliğin cezasının er ya da geç “siyaseten katl” ile sonuçlanmayacağını söylemek ve Rusya vatandaşlarının hallerinden memnun bir şekilde refah içinde yaşadığını söylemek mümkün müdür? Anayasadan kast sistemi kaldırılan ve tüm vatandaşlarının eşit olduğunu ilan ederek güya sınıf sistemini bitiren Hindistan’da niçin hâlâ 200 milyon insan elleriyle kanalizasyon temizlemekten başka bir iş yapamamaktadır. Kast sisteminin en altında yer alan ve kendi sınıfından olmayan insanlara dokunmaları dahi yasak olan Dalitler için Hindistan’ın nükleer güce sahip olmasının nasıl bir anlamı vardır? BRİCS’e yeni üye olan Mısır, İran, BAE ve Etiyopya’daki siyasi ve toplumsal hayata dair çıkarımlarımız da diğerleriyle örtüşür boyuttadır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz başlıklar, insanın, insan olmaktan kaynaklı temel haklarını kullanabildiği, madden ve manen huzurlu bir hayat yaşamasına zemin hazırlayacak temel parametreler olarak yorumlanmalıdır. Bu parametreleri “batılı değerler ya da Avrupa’ya özgü şeyler” olarak tanımlamıyoruz. Sadece ülkelerin siyasi ve içtimai manzaralarına berrak bir zihinle göz atmanın zihnimizdeki sorulara cevap olabileceğini düşünüyoruz.
Sonuç
Türkiye, yazının bir önceki bölümünde yer verdiğimiz ve vermediğimiz örnekler dikkate alındığında söz konusu ülkelerle mukayese dahi edilemeyecek bir ülkedir. Ancak, Türkiye’nin BRİCS, ŞİÖ vs. hamlelerinin tamamında Avrupa ve ABD Türkiye’yi bu ülkelerle aynı parantez içinde göstermeye çalışmaktadır. Avrupa ve ABD menşeili uluslararası yapım şirketlerinin çektikleri filmlerde Türkiye’nin “orta çağda yaşayan bir orta doğu ülkesi” gibi gösterilmeye çalışılması, sık sık çöl ve deve görüntülerine yer verilmesi ve zaman zaman dozu kaçan demokrasi ve özgürlük hatırlatmaları Türkiye’ye karşı yürütülen kara propagandanın en görünen yanlarıdır. Bu sebeple Türkiye bugünkü konumundan taviz vermeyerek içinde bulunduğu ve bulunması muhtemel olan hiçbir uluslararası kuruluşun ve bu kuruluşların üyeleri olan ülkelerin hataları ile aynı parantez içine alınamaz.
Konunun dış politika boyutu ise gayet açıktır. Türkiye, Birleşmiş Milletler’in (BM) kurucu üyesi, NATO’nun 1952’den bu yana resmi müttefiki ve en güçlü ikinci ordusudur. Türkiye ayrıca, yarım asırdan fazla zamandır AB üyelik macerası devam ettirilen ve muhatabının bütün hatalarına rağmen ilişkileri koparmayan bir medeni memlekettir. Gelinen noktada ise siyasi ve iktisadi işbirliklerini arttırmak için BRİCS’te dâhil pek çok uluslararası örgütle işbirliği imkânlarını değerlendirmektedir. Türkiye’nin dünya nüfusunun ve ekonomisinin yarısına doğrudan ulaşan BRİCS ile ilişkilerini arttırması gayet doğal ve reel politik ile açıklanabilecek bir durumdur. Abesle iştigal olan şey ise Türkiye’nin bu adımlarının Türkiye’yi NATO’dan ve Batı bloğundan uzaklaştırabileceği yönündeki ifadelerdir. Türkiye’nin bu politikası Batı’dan kopuşu değil; olsa olsa siyasi ve iktisadi anlamda Batı’yı dengeleme olarak yorumlanmalıdır.