Analiz,  Genel,  Rusya

Türkiye ve Azerbaycan Kardeşliği: “Bir Millet İki Devlet”

 

 

Bir millet, iki devlet olan Türkiye ve Azerbaycan doğal kaynaklar açısından zengindir. Bununla birlikte esasında bu devletlerin en büyük zenginliği etnik ve kültürel çeşitlilikleri, burada yaşayan tüm halkların tarihi birliği ve kardeşliğidir. Fakat her iki devletin de siyasi iradesi ve arzusuna bağımlı kalmadan, modern dünyada, hem etnik hem de dini ilişkiler hızla siyasallaştırılmış, dünyanın güç merkezlerinin jeopolitik ve jeoekonomik çıkarlarının karşılanmasında bir araç haline gelmiştir. Zira iki kardeş devlette bütün dış mihraklara rağmen günümüze kadar herhangi bir etnik veya dini çatışma içerisine girmemiştir.  Bu çabalara rağmen bugün etnik ve dini çeşitlilik, tarihi geleneklere ve evrensel ilkelere sadık kalan Türkiye ve Azerbaycan’da sosyo-politik istikrarın ve sivil birliğin temel ilkelerinden biridir ve milli kültürün en önemli unsurlarındandır. Bu nedenle de yazımda bu ilişkinin bazı yönlerine değinmek istiyorum.

 

Günümüzde bazı devletlerin model olarak kabul ettiği, yaygınlaştırılan ve öğretilen Azerbaycan’ın çokkültürlülük formülünün – ülkedeki etnik ve dini çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kalkınma modelinin ana başarısı bu politikanın Azerbaycancılık ideolojisi üzerine kurulmasıdır. Azerbaycancılık ideolojisi, hiç de 20.-21. yüzyılların yetiştirdiği siyasi ve ideolojik bir konsept değildir. Bu politikanın 21. yüzyılda da sürdürülebilir hale gelmesini, Azerbaycan halklarının tek bir toplumda barış ve eşitlik içinde yaşayarak kendi etnik özelliklerini korumasının altını çizen İlham Aliyev’e göre, “Tüm milletlerin, tüm dinlerin temsilcilerinin tek bir aile olarak yaşadığını ve yaşayacağını gösteriyoruz. Azerbaycan devleti onları, çıkarlarını, milli duygularını ve haysiyetlerini koruyor. Onlar bizim kardeşlerimizdir. Gücümüz birliğimizdedir”. Aliyev, Batılı ülkelerinin çokkültürlülük politikası ile karşılaştırılınca eski tarihsel kökleri olan ortak yaşam biçimi, farklı etnik kimliğe, dünya görüşüne, inanca sahip olan halkların karşılıklı etkileşimi kültür alışverişi üzerinde oluşarak gelişmiş mükemmel sistem olduğunu belirtmiştir. Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in vurguladığı gibi, Azerbaycan’da yüzyıllardır farklı kültürlere, dil ve inançlara sahip toplumlar mevcut olup ve bugün söz konusu halklar arasındaki dostluk ve dayanışma bunun açık örneğidir.  

 

    Azerbaycancılık fikrinin kökleri, bu topraklarda var olan devletlerin gelenekleriyle sıkı şekilde bağlantılıdır. Bu topraklarda yaşayan halklar, söz konusu gelenekleri, ortak manevi ve kültürel değerleri nesilden nesile aktarmış, özenle korumuş ve yaşatmışlar. Zamanında Ulusal Lider Haydar Aliyev’in, mobilize edici ideolojik kavram olarak neden sırf Azerbaycancılık fikrini tarihsel gündemine geri döndermesi öncelikle bu ideolojinin temelindeki halkların ve dinlerin bir arada yaşama ilkelerinin istikrarı ve tarihsel meşruiyetidir.  Haydar Aliyev ülkenin demokratik gelişiminin gerçek bir parçası olan Azerbaycancılık ideolojisini değerlendirirken şöyle söylemiştir: “Azerbaycan’ın çok uluslu, hoşgörülü bir ülke olması bizim büyük zenginliğimiz ve avantajımızdır. Azerbaycan, onun topraklarında yaşayan tüm milletlerin ve halkların ortak vatanıdır. Bölgemizde yaşayan Azeri de, Lezgi de, Avar da, Kürt de, Talış da, Udi de, Kumik da ve diğerleri de herbiri Azeridir. “Azerbaycan” kelimesi bizi hep birleştirmiştir”.

Azerbaycancılık ideolojisinin  temelinde oluşturulan çokkültürlülük politikasının sürdürülebilirliğinin nedenlerinden biri de, onun Batılı muadilleri gibi samimiyetin yeni kurallar temelinde değil, tarihsel gelenekler ve bir arada yaşama normları temelinde oluşmasıdır. Batılı çokkültürlülük modeliyle karşılaştırıldığında, bu ideoloji sayısına, etnik ve dinsel kimliklerine, bakılmaksızın Azerbaycan’da yaşayan tüm halkların eşitlik hakkına, onların entegrasyonlarına, etnik kültürlerin gelişimlerine ve korunmasına, “Azerbaycan halkı”, “Azerbaycanlı”  üst kimliği etrafında etnik ve kültürel çeşitliliğin her bir unsurunun siyasi, yasal, kültürel ve sosyal birliğini sağlamaya dayanmaktadır. Azerbaycan Cumhuriyeti Anayasasında da, menşei, ırkı, dini ve dili ne olursa olsun herkesin hak ve özgürlüklerine saygı duyulduğunu ve herkesin milli kimliğini koruma hakkına sahip olduğu açıkça belirtmektedir. Hiç kimse uyruğunu değiştirmeye zorlanamaz. Haydar Aliyev, Azerbaycan’da etnik ve kültürel çeşitliliğin korunması ve geliştirilmesine yönelik politikada etnik kimlik meseleleri ile ilgili şunları söylemiştir: “Biz “Azerbaycan derken, onun zenginliğini, güzel doğasını kastediyoruz. Fakat tüm bunlarla birlikte, ülkemizin en büyük zenginliklerinden biri, belki de temel serveti, ta eski çağlardan beri bu topraklarda yaşamış kaderini, hayatını bu topraklarla ilişkilendiren, farklı milletlerden ve farklı dinlerden olan insanlardır. Bir ülke ne kadar çok insanı birleştirirse o kadar zengin olur.”

Azerbaycan topraklarının Ermeni işgalcilerden kurtuluş mücadelesi olan Vatan Savaşının sadece Azerbaycan askerinin cesaretini değil, aynı zamanda Azerbaycan’ın çokkültürlülük modelinin, Azerbaycancılık ideolojisinin, seferberlik gücünün düzgünlüğünün dünyaya göstermesi tesadüf değildir. Etnik ve dini kimlikleri ne olursa olsun ülkemizde yaşayan tüm halkların temsilcileri – Talış, Lezgiler, Avarlar, Kumuklar, Sahurlar, Yahudiler, Udiler, Ruslar ve diğerleri, Anavatanı savunmak için Azerbaycan Türkleri ile birlikte silahlandı ve omuz omuza durdu. Azerbaycan’da yaşayan halklarla burada faaliyet gösteren dini mezhepler arasında asırlardır süren sarsılmaz dostluk ve kardeşlik ilişkileri, onların tek bir ve bölünmez bir vatan için dayanışmaları, ırkçı Nazi Ermenistan’ında her zaman rahatsızlık duygusunu uyandırmıştır. Onun Azerbaycan’da yaşayan halkların ve dinlerin bir arada yaşamasına yönelik yıkıcı faaliyetleri, milletler arası birliği daha da güçlendirmiştir. Sorunun başlarında da olduğu gibi, bugün milli ordumuzda Azerbaycan’da yaşayan halkların yüzlerce temsilcisi – askerler ve subaylar var. Azerbaycan’da bu kutsal dava mücadelesinde şehit vermeyen millet yoktur. Fakat biz şehitler arasında etnik köken, dil, din ayrımı yapmıyoruz. Topraklarımızın özgürlüğü için canlarını feda eden kahramanların her biri çocuklarımız ve kardeşlerimizdir ve onların ruhlarının önünde saygıyla eğiliyoruz.

 

Azerbaycan halkının işgal altındaki Dağlık Karabağ’da yaşayan Ermenilerle, Ermeni halkıyla savaşmadığını da vurgulamak isteriz. Ermenistan’ın ırkçı rejiminin rehineleridir. Azerbaycan Cumhuriyeti, ülkemizde yaşayan diğer milletlerin ve dini toplulukların temsilcileri gibi, Dağlık Karabağ Ermenilerinin normal yaşamlarını ve faaliyetlerini, kültürel ve siyasi haklarının korunmasını ve geçmiş bağlarının yeniden tesisini garanti ettiğini uluslararası kuruluşlara defalarca belirtmiştir.

 

Benzer etnokültür politika kardeş Türkiye’de de mevcuttur. Bazı yaklaşımlarda belirli farklılıklar olsa da ilkeleri ve özleri hemen hemen aynıdır. Burada etnik ve dini ilişkileri düzenlemeyi amaçlayan etkili ve sürdürülebilir devlet politikasının kaynağı, Hazar Kağanlığı, Büyük Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu da dâhil olmak üzere eski Türk devletlerinin görkemli geleneklerinde bulunmakta ve mükemmel çözümünü Mustafa Kemal Atatürk’ün devletçilik ilkelerinde ve onun “Tek Millet, Tek Devlet” şiarında bulmuştur. Atatürk’ün söz konusu şiarındakı “millet” kavramının bir etno ad ve bir etnik topluluğun adı değil, etnik veya dini kimliklerinden bağımsız olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm vatandaşlarını kapsayan bir politonim olduğunu, “vatandaş” anlamına geldiği ve bir üst kimlik halinde kapsayıcı bir ifade olduğunu belirtmek isterim. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Başbakanlık yaptığı Aralık 2005’te Şırnak’taki konuşmasında, bu şiara atıfta bulunarak etnik ve vatandaşlık kimlikleri – alt kimlikler ve üst kimlikler ile ilgili belirtmiştir:  “Yönetimin üç kırmızı güç çizgisi vardır: etnik, bölgesel (idari-bölgesel birimlere göre) ve dini milliyetçilik. Önce etnik temelli milliyetçiliği ortadan kaldıracağız. Türk, Kürt, Laz, Çerkes – akla ne gelirse gelsin, hepsi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının üst kimliği altında tek ve eşit olacaktır. Alt kimliğe saygı duyacağız.” – demiştir.

Türkiye, Azerbaycan’dan daha çeşitli etnik ve dini çeşitliliğe sahiptir. Bu karmaşıklığı halklar ve dinler arasındaki münakaşa noktasına getirmekle ilgilenen Batılı güçler, 17. yüzyılın başlarından beri buradaki ayrılıkçı ve misyonerlik faaliyetlerini genişletmiştir. Tarihi tahrif etmiş ve tüm bölge için hala da baş ağrısı olan sözde “Ermeni devlet tarihini” ve “tarihi toprakları” icat etmişlerdir. Durum o kadar ireliletilmiş ki, hatta Ermeni tarihçilerin kitaplarında ciddi tahrifler yapılmış ve orijinal metinleri tamamen kaybolmuştur. İkinci milenyumun başında, “demokratik açılım” adı altında Türkiye’ye yurt dışından dayatılan Batı çokkültürlülüğü politikasının temelini de etnik ve dinsel ayrılıkçı eğilimleri teşvik eden “etnik açılım” senaryoları oluşturmuştur. Türkiye’deki bazı Batı yanlısı siyasetçilerin, hedeflerini din kisvesi altında gizleyen terör örgütü FETÖ ve yabancı kontrollü ayrılıkçı grupların desteklediği bu bölücü senaryolar, Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk halkının kararlı adımlarıyla engellenmiştir.

 

Azerbaycan’ın çokkültürlülüğünün kültürel eşitlik ve karşılıklı hoşgörü ilkesi de tüm etno-kültürel grupların haklarının eşitliğini, karşılıklı saygı, bir arada yaşama ve hoşgörü normlarını içerir. Onların her biri eşit fırsat hakkına sahiptir. Bu modelde de en yüksek kimlik, tüm etnik ve dini çeşitliliği bir araya getiren tek bir “Azerbaycan halkı” kimliğidir. Vatandaşın kanunla korunan ve kalkınmayla güvence altına alınan etnik kimliği ikinci, onun vicdan özgürlüğü hakkının tezahürü – dil ve siyasi kimliği ise sonraki yerlerde konuşlanmıştır.      Sıralamadan da anlaşılacağı üzere, Azerbaycan Cumhuriyeti Anayasası gereklerine, Azerbaycancılık ideolojisine ve Azerbaycan’ın resmi konsepti olan çokkültürlülük politikasına uygun olarak her bireyin etnik ve dini kimliklerinden bağımsız şekilde onun vatandaşlık kimliği üst kimlik düzeyine getirilmiştir. Bu, vatandaşın tüm hak ve özgürlüklerini teminat altına alan devlet olarak değerlendirilmelidir. Bu, çok kültürlülük politikasının etno-kültürel çeşitliliğinin mevcutluğu ve korunması ilkesinin tezahürüdür.

Bugün etnik ve dinsel çeşitliliği derin bir kriz içinde olan bazı Batı ülkelerinin Türkiye ve Azerbaycan’daki etnokültürel istikrarı kıskanması boşuna değildir. Çünkü söz konusu devletlerle karşılaştırıldığında hem Türkiye’de, hem de Azerbaycan’da etnik veya dinsel çatışmaların olmamasının ana nedeni, toplumun yekpare yapısını koruyan geleneksel ilişkilerin, ortak yaşam ve davranış normlarının yaşam tarzı olmasıdır. Eğer Batı dünyası, iç sosyo-kültürel, etnik, dini, ırksal çeşitliliğin “kontrol altında tutulması” için çokkültürlülüğün adaptasyon, asimilasyon, kültürleşme, ötekileştirme, yayılma, ayrımcılık, izolasyon, ayırma, ayrıştırma, apartheid gibi düzenleme biçimlerini kullanıyorsa, Türkiye ve Azerbaycan’daki bu ilişkiler özel bir özellik, halkların ve dinlerin doğal bütünleşmesidir.

      ABD, İngiltere, İspanya, Fransa, İtalya ve Belçika’daki ayrılıkçı eğilimlerin nedenlerinden biri, bu ülkelerde izlenen “kültürel emperyalizm” politikası – egemen etnokültürün diğer etnik gruplara özgü kültürleri üzerindeki dikey baskısı olmuştur. Bu durum, o ülkelerin başarısız olan çokkültürlülük politikalarına da yansımıştır. Avrupa Birliğinin son yıllara kadar yaygın olarak desteklenen çokkültürlülük ideolojisinde hiçbir vatandaşlık, etnisite veya dini menşe ilkeleri değil, “Avrupalılaşma” çizgisi baz alınmıştır. Ayrıca bu kavramdaki insan hakları ve özgürlükleri kavramı yalnız Batı coğrafyası ile sınırlı değildir. Avrupa ülkelerindeki etnik ve dinsel çatışmaların, radikal dindarlığın, milliyetçiliğin, yabancı düşmanlığının, eksiklik komplekslerinin yaygınlaşmasının ve onların radikal siyasi harekete dönüşmesinin ve hatta kamu politikasını etkilemesinin nedenlerinden biri de budur.

Komşu Ermenistan, defalarca Türkiye ve Azerbaycan’da yaşayan halklar arasında düşmanlık tohumları ekmeye ve yapay bir çatışma yaratmaya çalıştı, fakat hedeflerine ulaşamadı. Geçmişte Azerbaycan’ın tarihi topraklarında – bugünkü Ermenistan Cumhuriyeti’nde nüfusun çoğunluğu Azerbaycan Türklerinden oluşsa da, burada farklı milletlerin temsilcileri de yaşıyordu. Ermeniler, 19. yüzyılın başlarında Çarlık Rusya’sının Azerbaycan’ın kuzey bölümünü işgal etmesinden sonra bölgeyi Hıristiyanlaştırılmak üzere İran ve Türkiye’den göçürülmüşlerdi. Kurtuluş savaşından sonra Türkiye’ye ihanet eden “millet-i sadıka” temsilcileri buraya sığınmış ve Sovyet döneminde de Azerbaycan Türkleri tarihi topraklarından zoraki kovulmuşlardır. Bugün Ermenistan dünyanın en monoetnik devletlerinden biri haline geldi. Yaygın olarak propaganda edilen Yahudi, Molokan ve Müslüman Kürt toplulukları burada sadece birkaç aileden oluşuyor. Ezidi Kürtlere gelince, Ermeni parlamentosu kendilerinin Kürt olmadıklarını, “Ezidi” halkı temsilcileri olduklarını ilan ederek eşi görülmemiş bir karar kabul etmiştir.

Bilindiği üzere 2000’li yılların başından bu yana, Ermenistan ve bazı Batılı ülkelerin Türkiye’ye karşı başka bir sinsi kışkırtıcı faaliyeti- “Batı Ermenistan” planını uygulamaya başladıkları biliniyor. Planın, sözde “Ermeni soykırımı” iddialarının bir parçası olarak, bu hayali “tarihi olayın” tanınması ve tanıtılması, Türkiye’den tazminat ve toprak taleplerinin – Ermenistan’ın Türkiye’nin Karadeniz bölgesinden başlayarak Doğu Anadolu’ya, Van Gölü civarını, ayrıca Azerbaycan’ın Nahçıvan topraklarının “Batı Ermenistan”, “Ermenilerin tarihi toprakları” ilan edilmesini öngörüyor. Araştırmalara ve Ermeni kaynaklarına göre amaç öncelikle iddia edilen topraklardaki eski Türklerin torunları olan Oğuz ve Kıpçak temsilcilerinin – Hemşinli’nin yanı sıra Van Gölü kıyılarında yaşayan Azerbaycan Türkleri – Kursunlu (küresünnileri)  “etnik Ermeniler” ve Aleviliyi de “eski Ermeni inancı” şeklinde ilan etmektir. Bununla da yetinmemiş, Fransa’da sözde “Batı Ermeni Parlamentosu”nu ve “Batı Ermeni Hükümeti”ni kurmuş, bununla ilintili şekilde Türkiye’deki misyonerlik faaliyetini genişletmiş ve hatta Ağrı Dağı’na “parlamento temsilcileri”nin seferi düzenlenmişti. Türk hukukuna duyulan kibir ve saygısızlık öyle bir düzeye ulaşmıştı ki, her Türk için kutsal olan dağın tepesinde Ermenistan, sözde “Batı Ermenistan” ve “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti” bayraklarını çekilmişti. Buna ek olarak, Ermenistan’da faaliyet gösteren 30’dan fazla turizm şirketi düzenli olarak bölgeye geziler düzenlemekte ve Türk topraklarını açıkça “Batı Ermenistan” olarak tanıtmaktadır.

 

Ayrıca, Ermenistan ve destekçileri propaganda kampanyalarını Türkiye’de etnik ve dini çatışmalar yaratmak için genişletmişler ve burada “yumuşak güç” unsurlarını oluşturmak ve ayrılıkçı eğilimleri etkilemek için sistematik olarak çalışmaya başlamışlardır…

Fakat  kötü komşularımızın bu istekleri her zaman olduğu gibi yerine yetmeden kalplerinde kalacaktır. Azerbaycan’ın topraklarını Ermeni saldırganlardan kurtarmak için başlattığı karşı saldırı ve terörle mücadele operasyonları Vatan Savaşı Türkiye ve Azerbaycan halkları arasındaki tarihi kardeşlik ve dostluk bağlarını karşılıklı güvene dayalı şekilde en yüksek seviyede stratejik ortaklığa ulaşılmasının ve nefret edilen hiçbir gücün bu bağları sarsamayacağı gerçeğinin en açık örneği olmuştur. Azerbaycan halkı, kardeş Türkiye’ye bu kutsal savaştaki emsalsiz desteği için minnettar. Bunlar bütünlükte tek kan, tek ruh ve tek dile sahip Türkiye ve Azerbaycan halkları arasındaki dostluğun sonsuz olmasının ve ortak çabalarımızla her geçen gün daha da güçleneceğinin göstergesidir.

Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir