RICHARD NIXON DÖNEMİ ve GRAND STRATEJİ
Richard Nixon, 9 Ocak 1913 tarihinde ABD’nin Kaliforniye eyaletinin Orange şehrinde Yourba Linda adında ki bir tarım Köyünde, Francis (Frank) Nixon ve Hanna Milhous çiftinin 5 oğlunun ikincisi olarak doğmuştur.
Nixon, hukuk fakültesini bitirip avukatlık yapmaya başladıktan sonra politika içerisinde kendine fazlasıyla yer buldu. 1953 – 1961 yılları arasında Dwight D. Eisenhower’ın başkanlığı sırasında 36. başkan yardımcılığı görevlerini üstlendi.
Nixon, Vietnam bataklığına saplanmış bir ABD başkanı olarak göreve başladı. Diğer başkanların yapmış olduğu hatalardan ders çıkararak farklı bir dış politika izlemeyi kendine kural edindi. Truman, Eisenhover, Kennedy ve Johnson’dan farklı olarak kendi grand stratejisini uygulamaya ve bu stratejiyi ABD dış politikasına entegre etmeye çalıştı. Nixon’ın en büyük avantajlarından birisi tabi ki, hem dış işleri, hem de ulusal güvenlik danışmanı olarak görev yapan Henry Kissenger’dır.
Nixon dönemini, okumalarımdan ve araştırmalarımdan edindiğim bilgiler ışığında üç parçaya böldüm. İlk bölümde Vietnam Savaşı’na değineceğim. Burada yapılmış yanlışlar ve çıkarılmış birçok dersin yanında ABD’nin yeni bir grand stratejiye göz kırptığını görmekteyiz. İkinci olarak, Nixon dış politikasına değineceğim. Burada Kissenger’ın ”Üçgen Diplomasisi” diye tanımladığı Nixon dış politikasını inceleyeceğiz. Üçüncüsü olarak ise tüm dünya skandallarının anası olarak isimlendirilen Watergate skandalını ele alacağım.
Vietnam Savaşı
Birleşik Devletler’in ilk başarısız savaş deneyiminden ve Amerika moral inançlarının fiili durumla çatıştığı ilk dış yükümlülükten kurtarma görevi Nixon yönetimine düştü. Bu kadar sıkıntı veren dış politika görevine pek ender rastlanır; hiçbir ülke, böyle bir geçişi, şiddetli acı duymadan başaramamıştır. Kissenger cümlesini bitirirken acıdan bahsediyor ve burada şunu vurgulamak istiyor. ABD içerisinde yapılan toplu protestolar ve demokratların tepkilerinin Nixon yönetimi üzerinde o kadar baskı oluşturmuştu ki Nixon, burada acıların dozunu azaltmak için farklı yollar aramaya başlamıştı.
Johnson’un aksine, Nixon uluslararası ilişkilerde çok bilgili ve yetenekliydi. Başkanlığa başlarken, birçok savaş karşıtı kritikleri gibi o da, Vietnam’da bir zaferin artık olası olmadığına inanmıştı.
Seçim ile yemin ederek göreve başlama arasında geçen sürede Nixon, benden (Kissenger kendisinden bahsediyor) Kuzey Vietnamlıları, görüşmeler yoluyla bir sonuç almak istediğinden haberdar etmemi rica etti. Kuzey Vietnamlıların cevabı, sonradan Hanoi’nin standart talebi olan şartı ilk kez ileri sürdü: Amerika’nın kayıtsız şartsız çekilmesi ile birlikte Saygon’daki Nguyen Van Thieu hükümetinin devrilmesiydi.
Yemin töreninden önce bile, Nixon savaşı sona erdirmek için sistematik bir inceleme yapılmasını emretmişti. Üç seçenek analiz edildi: Tek taraflı çekilme; askeri ve politik baskı ile birlikte çekilme Hanoi’ye karşı tüm kozları oynamak; Birleşik Devletler’in savaş sorumluluğunu yavaş yavaş Saygon hükümetine devrederek kademeli olarak çekilmek.
Truman’ın ”Çin’i kaybettiği” ve Eisenhower’ın ”Küba’yı Kaybettiği” gibi Vietnam’ı kaybetmekle suçlanmaktan korkan Johnson, domino teorisine sıkıca sarıldı. Nixon, Johnson gibi düşünmüyordu. Vietnam’ın kaybedildiğinin farkındaydı fakat ikinci bir yol arıyordu. Durumun ABD lehine dönüştürülmesi için yapılacakların peşine düşmüştü.
Nixon Yönetimi tek taraflı bir çekilmenin jeopolitik bir felakete dönüşeceğinden emindi. Amerika’nın güvenilirliği, yirmi yılda büyük zorluklarla yaratılmıştı. Bu özellik hür dünya yapısının kilit unsuruydu. Dört yönetim dönemi boyunca korunan bir temel yükümlülüğünün, şimdiye kadar tutucu bir dış politika uygulamakla tanınan bir başkan tarafından tersine döndürülmesinin, Amerika’nın müttefikleri arasında, özellikle de Amerika’nın Vietnam politikasını onaylasın ya da onaylamasın, Amerikan desteğine en çok ihtiyaç duyan uluslar arasında derin bir düş kırıklığı yaratacağı açıktı. Nixon’ın Vietnam Savaşı’na bu şekilde devam etmeyeceği de açıktı. Nixon’ın, Kissenger gibi bir silahı vardı ve o bunun farkındaydı. Kissenger’ın, Nixon için ‘uluslararası ilişkilerde çok bilgiliydi’ sözü Vietnam Savaşı’nı bu şekilde kabul etmeyeceğinin göstergesiydi. Nixon, kendi grand stratejisini yaratmaya başlayacaktı. Bu onun liderliğinin en önemli parçasıydı.
Vietnam Savaşı geçmişten gelen birçok çelişkiyi artırarak ilerlemekteydi. Nixon, Vietnamlılaştırma denilen metot üzerinde yoğunlaşmaya başladı. ”10 Eylül 1969 tarihinde, Nixon’a Vietnamlılaştırmanın tehlikelerini anlatan bir memorandum gönderdim (Kissenger kendisinden bahsediyor). Memorandumun büyük bölümü, o zaman benim yardımcım ve şimdi Başkan Clinton’un Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Anthony Lake tarafından yazılmıştı. Memoranduma göre, Vietnamlılaştırmak çok uzun sürerse, halkın huzursuzluğu azalacak yerde, artacaktı. O zaman, Yönetim kendini, şahin olmak için çok lütufkar, güvercin olmak için çok kavgacı görecekti; kendisini, şahinler ile güvercinler arasında çok tehlikeli ara bölgede bulacaktı. Her iki grubu yatıştırmak için yapılan hükümet açıklamaları ”Hanoi’nin aklını karıştırırken, bizim ne vakit çıkacağımızı bekleme politikası izlememize neden olabilirdi.
Memorandumunun bir bölümü:
… Vietnamlılaştırmak, bu yolda ilerledikçe bizi artan ciddi problemlerle karşı karşıya getirecektir.
ABD birliklerinin çekilmesi Amerikan halkına tuzlu fıstık gibi gelecektir: Ne kadar çok asker ülkeye dönerse, o kadar çok askerin daha gelmesi istenecektir. Sonunda, belki bir yıl içinde tek taraflı çekilme talepleri ile karşılaşılacaktır. Ne kadar çok asker çekilirse, Hanoi o kadar çok cesaretlenecektir.
Hem çekilen ABD askerleri, güneyde sarf edilen çaba için daha önemli olacaktır, çünkü kendinden önceki askerlerden daha büyük oranda ABD kuvvetlerini temsil edecektir… Anneleri bir tarafa, geride kalan gençlerin morallerini yüksek tutmak, günler geçtikçe daha zorlaşacaktır.
”Vietnamlılaştırmak” nihai safhaya kadar ABD kayıplarının sayısını azaltmayabilir. Çünkü kayıplarımızın oranı, Güney Vietnam’da bulunan Amerikan askerlerinin sayısı ile ilişkili olmayabilir. Bir haftada yüz elli ABD askeri öldürmek için, düşmanın kuvvetlerimizin yalnızca küçük bir bölümüne saldırması yeterlidir…
ABD, Vietnam’da yayılmanın bedelini ödüyordu. Bu durum ABD için artık basit bir seçeneğin olmadığını göstergesiydi. Vietnam’dan geriye dönülmeliydi fakat bunun en doğru şekli üzerine Nixon ve ekibi yoğun çalışmalar gerçekleştiriyorlardı. Nixon dönemi, hem dış politika için zor bir dönem, hem de dış politikada ki gerginliğin körüklediği bir iç politikayı da beraberinde getirmişti. Nixon, iç politikaya kulaklarını tıkamış gibi Vietnam konusunda kendi bildiğini okuyor ve yapılan protesto ve eylemleri görmezden geliyordu.
Vietnam Savaşının sonlarına yaklaşırken Nixon ve Kissenger bence ABD’nin hala kullanmakta olduğu grand stratejinin temellerini atmışlardır. Vietnam Savaşı ABD’nin çevreleme politikasının temel taşlarından birisini oluşturuyordu. ABD’nin, SSCB karşısında tek başına mücadele etmemesi gerektiğini anlamıştı. Nixon’ın savunduğu, güçlerin birbirini dengelediği tezi, artık oyuna Çin’i sokmanın zamanının geldiğinin habercisiydi. Ama Nixon bunu ne şekilde gerçekleştireceği merak konusuydu. Nixon, konuşmalarında uluslararası arenada büyük güçlerin sayısının fazla olması gerektiğini ve bu sayede daima bir dengenin olacağını savunmaktaydı.
Bazı faktörler Hanoi’yi önceden ısrar ettiği şartları kabul etme noktasına getirdi: Kuzey Vietnam limanının mayınlanması sonucunda malzeme ikmallerinin gittikçe tükenmesi, 1970 ve 1971 yıllarında Laos ve Kamboçya sığınaklarına yapılan bombardıman, 1972 bahar saldırısının başarısızlıkla sonuçlanması, Nixon Yönetimi’nin Kuzey’i yeniden bombalamaya başlaması karşısında Moskova ve Pekin’den politik destek alınamaması ve Nixon’ın yeniden seçilmesi halinde Amerika’nın savaşta bütün olanaklarını kullanacağı korkusu. Vietnam Savaşı artık son aşamasına gelmişti.
Her ne kadar dar anlamda tek devrilen domino taşları Kamboçya ve Laos ise de, dünyanın birçok yerindeki Batı karşıtı devrimciler cesaretlenmeye başladılar. Amerika, Hindiçini’nde çökmemiş, Watergate skandalıyla morali bozulmamış ve sonrada kendi kabuğuna çekilmemiş olsaydı, Castro’nun Angola’ya ve Sovyetler Birliği’nin Etiyopya’ya müdahale edebilecekleri kuşkuludur. Aynı zamanda, eğer Güney Vietnam 1960’lı yılların başında düşmüş olsaydı, Endonezya’daki neredeyse başarılı olan 1965 komünist hükümet darbesi, büyük bir olasılıkla hükümeti devirecek ve yeni bir stratejik felaket yaratacaktı.
Rusya, Amerika’nın başarısızlığından, Domino Teorisi’ni savunanların korktuğu gibi, kuvvetlerin tarihi dengesinin kendi lehine döndüğü sonucunu çıkardı. Bunun sonucunda Yemen, Angola, Etiyopya ve son olarak Afganistan’a doğru yayılmaya çalıştı. Fakat bu süreç içinde, jeopolitik gerçeklerin, kapitalist toplumlara uygulandığı kadar komünist toplumlara da uygulandığını fark etti. Gerçekte, daha az esnek olan Sovyetlerin gereğinden fazla yayılması, Amerika’da olduğu gibi bir boşalma değil, dağılma getirdi.
Buraya kadar Vietnam Savaşını ayrıntılı bir şekilde aktarmaya çalıştım. Buradan sonra Vietnam Savaşı’nın ABD için nasıl bir grand stratejiye dönüştüğüne değineceğim. Vietnam’ı bu kadar ayrıntılı ele almamın sebebi de aslında bu stratejidir. Fakat son olarak Vietnam Savaşı’nın rakamlarını paylaşmak istiyorum: Vietnam Savaşı’nda 1,5 milyon dolayların Vietnamlı ve 58 bin 176 Amerikan askeri hayatını kaybetti. Vietnam 11 yıl ile ABD tarihinin en uzun savaşı oldu. Buna rağmen Amerika Vietnam’a ‘resmen’ savaş ilan etmemiştir. Savaşın Amerika’ya maliyeti 200 milyar dolar olarak hesaplandı.
Vietnam Savaşı bitmiş, ABD kaybetmişti. Fakat Vietnam Savaşı’nı en başından beri savaşı kaybettiğinin farkında olan Nixon, ABD adına yeni bir strateji geliştirmeye ve Vietnam’a rağmen kazanmayı amaçlıyordu. Beklediği gibi oldu.
Hakim Amerika’dan Lider Amerika’ya Geçiş Dönemi ve Nixon Doktrini
Nixon, 3 Ocak 1972 tarihli Time dergisinde çıkan söyleşide şöyle diyordu:
Dünya tarihinde, uzun barış dönemlerinin yalnızca güç dengesi olduğu zaman yaşandığını hatırlamamız gerekir. Bir devlet, olası rakibine karşı aşırı güçlenirse savaş tehlikesi ortaya çıkıyor. Bu yüzden ben, Birleşik Devletler’in kuvvetli olduğu bir dünyaya inanıyorum. Eğer güçlü ve sağlıklı bir Birleşik Devletler, Avrupa, Sovyetler Birliği, Çin, Japonya olursa, her biri diğerini dengelerse, birbirlerine karşı oyun oynamazlarsa, o zaman daha güvende ve daha iyi bir dünya olacaktır.
Kendinden önceki başkanlar ile kıyaslandığında, Amerika’nın küresel sorumluluğu hakkındaki kendi görüşünün bile çok geride kalmış olduğunun farkında olan Nixon, şimdiye kadar görülmemiş karışıklıktaki uluslararası çerçevede idealist Amerika için sürdürülebilir bir rolün belirlenmesini kendisi için bir görev bildi. Nixon’a göre, bu rol, Wilsonculuk ile Realpolitik’in bir karışımı olacaktı. Her yeni başkan, Kabine Odası’na asmak için kendinden evvelki başkanlardan istediklerini seçebilir. Nixon, Wilson ve Eisenhower’ın portrelerini seçti. Nixon, Demokrat Başkan Wilson ve Cumhuriyetçi Başkan Eisenhower’ı seçmesi rastlantı değildi.
Çin ile Sovyetler Birliği arasındaki bozuşma, Moskova’nın birleşmiş komünist hareketin lideri görüntüsünü bozdu. Bütün bu gelişmeler, diplomatik esneklik için yeni bir ortam doğduğunu gösteriyordu. Nixon Doktrini işlemeye başlamıştı.
Nixon Doktrini, Amerika’nın iki savaş sonrası askeri hareketinin (Kore ve Vietnam), Amerika’nın resmi bir yükümlülüğü olmayan ülkeler için ve teknik olarak Amerika’nın ittifaklarının bulunmadığı bölgelerde yapılmış olması paradoksuyla ilgiliydi. Bu bölgelerle ilgili olarak, Nixon Doktrini Amerika’nın bu işlere karışması hakkındaki üç kriter oluşturarak gereğinden fazla genişleme ile tamamen terk etme seçenekleri arasında kendine yol bulmaya çalıştı:
– Birleşik Devletler antlaşma yükümlülüklerine sadık kalacak.
– Birleşik Devletler, ”nükleer bir güç, bizim müttefiklerimiz olan bir ülkenin veya hayatta kalmasını güvenliğimiz açısından hayati gördüğümüz bir ülkenin özgürlüğünü tehdit ederse, bir koruma kalkanı sağlayacaktır.”
– Nükleer olmayan saldırı içeren olaylarda, Birleşik Devletler ”doğrudan doğruya tehdit edilen ülkenin kendisini savunmak için gerekli insan gücünü sağlama sorumluluğunu üstlenmesi bekleyecektir.”
Nixon Doktrini, öncelikle resmi ittifakların kapsamadığı ve Sovyet uydularının tehdit ettiği ikinci derecede önemli bölgelerdeki krizlerle ilgiliydi ve sonradan ortaya çıktı ki bunlar çok az sayıdaydı. Vietnam benzeri başka bir çatışmadan kaçmak için bir ”doktrin” geliştirmeye çalışan Nixon Yönetimi, tam da Vietnam gibi tekrarlamakta kararlı oldukları durumlara uygulanacak bir doktrin geliştirdi.
Nixon’ın Moskova hakkındaki görüşü, kendisinden önceki yöneticilerden daha nüanslıydı. Sovyetler Birliği ile ilişkileri, ya hep, ya hiç perspektifi içinde görmüyor, değişen derecelerde çözülebilme özelliği olan bir torba dolusu karışık problem olarak algılıyordu. ”… Nixon ve danışmanları, politikanın her telinin birbirine destek olmasını sağladılar. Bağlantı prensibi işlemeye başladı; çünkü Nixon Yönetimi Çin’e dramatik bir şekilde açılma yaparak, Sovyetlerin bundan sonra daha ılımlı olması için önemli bir gerekçe yaratmayı başardı.” Nixon Doktrini ABD’nin yeni grand stratejisini oluşturuyordu.
Nixon, Amerika’nın geleneksel dünya toplumu nosyonuna uygun bir dil içinde benzer görüşler ileri süren bir konuşmayı daha önceden yapmıştı. Ekim 1967’de Foreihn Affairs’de şöyle yazıyordu:
Uzun vadede düşünürsek, Çin’i sonsuza kadar fantezilerini beslemek, nefretlerini gözetmek ve komşularını tehdit etmek üzere uluslar ailesi dışında bırakamayız. Bu küçük gezegende, bir milyar nüfuslu çok yetenekli bir halkı, kızgın bir yalnızlık için bırakacak yer yoktur.
Nixon, Birleşik Devletler’le bir diyaloga karşı Çin’in tutumunun ne olacağı konusundaki çalışmaları yoğunlaştırmaya karar verdi. Öncelik, Çin – SSCB – Amerika üçgeninin alanının oluşturulmasına verildi. Şüphelendiğimiz konu üzerinde karara varabilirsek, yani Sovyetler Birliği ve Çin’in Birleşik Devletler’den korktuğundan daha fazla birbirlerinden korktuğunu kesinleştirebilirsek, Amerika diplomasisi için şimdiye kadar görülmemiş bir fırsat yaratılmış olacaktı. Bu baz üzerinde ilişkiler gelişirse geleneksel gündem kendiliğinden yürüyecekti; ilişkiler gelişmezse söz konusu gündem çözülemez olarak kalacaktı. Diğer bir deyişle, pratik sorunlar Çin-Amerikan yakınlaşmasının bir sonucu olarak çözülebilecekti.
1969 yazında, Çin’e karşı gelecek bir Sovyet saldırısı tehlikesi varsa, bu karışık manevraları teker teker uygulamaya koyacak yeterli zaman olmayacaktı. Bu nedenle, Nixon belki de başkanlığının en cesur kararını alarak, Birleşik Devletler’in, Sovyetler Birliği tarafından Çin’e yapılacak bir saldırıya seyirci kalmayacağı uyarısında bulundu. Çin’in Birleşik Devletler’e tavrına bakmaksızın, Nixon ve danışmanları, Çin’in bağımsızlığını, küresel denge için vazgeçilmez görüyor ve Amerikan diplomasisinin esnekliği için Çin’le diplomatik ilişkinin önemli olduğunu düşünüyorlardı.
Nixon, dışarıdan bakıldığında basit bir lider olarak görülebilir. Fakat ayrıntılı şekilde işlendiğinde diğer Amerikan liderlerinden farklı olarak daha baskın ve ipleri elinde bulundurmayı seven bir lider olarak göze çarpıyor. Dış politikaya hakim olmayı seven birisi olduğu için danışmalarını ve dış politika ekibini de bu yönde belirlediğini okumalarımdan görüyorum.
Amerika’nın Realpolitik Dünyasına Geri Dönüşü
Nixon, Birleşik Devletler’le yirmi yıldan beri diplomatik ilişkide bulunmayan, kendi Yönetimi’nin henüz herhangi bir düzeyde hiç ilişki kurmadığı, diplomatları ve medyası her fırsatta Amerikan ”emperyalizmi” aleyhinde konuşan bir ülkeye destek vermeye hazır olduğunu gösteren bu yüzyıldaki tek Amerikan başkanıdır. Bu gelişme, Amerika’nın Realpolitik dünyasına geri döndüğü anlamına gelmektedir.
Şubat 1972’de imzalanan Şanghay Bildirisi ile ABD Sovyetlerin önüne set çekmek istiyordu. Sovyetler Birliği Asya’yı egemenliği altına alabileceği tek ülke olduğuna göre, Asya’da Sovyet yayılmacılığını önleyecek sözlü bir ittifak oluşturuyordu.
Amerika Çin’e açılınca, Sovyetler Birliği iki cephede meydan okumayla yüz yüze kaldı. Batı’da NATO ve Doğu’da Çin. Sovyetlerin kendine güveninin en yüksek olduğu, Amerika’nın ise en az olduğu bir dönemde, Nixon Yönetimi kağıtları tekrar karmayı başardı. Genel bir savaşın Sovyetler için çok riskli olduğu izlenimi vermeyi becerdi. Nixon, Teodore Roosvelt’ten beri Amerikan dış politikasını geniş çapta ulusal çıkar çerçevesinde yöneten ilk başkandı. Bu yaklaşımın dezavantajı, Amerikan halkı ile arasında duygusal uyum olmamasıydı. Vietnam’ın moral bozucu kan banyosundan Birleşik Devletler’i kurtararak ve ulusun dikkatini daha geniş uluslararası sorunlara çekerek, Nixon yönetimi şatafatlı bir şekilde ”barış yapısı” denen bir yapı kurmaya çalıştı.
Skandalların Anası ‘Watergate’
Watergate Skandalı, sadece ABD Başkanı Richard Nixon’ın istifasına yol açmamış, aynı zamanda Amerikan politik tarihinin en iz bırakan krizlerinden biri olarak hafızalara kazınmıştı. Nixon, istifa eden ilk ve tek ABD başkanıdır. İstifa etmeden önceki konuşmalarından birisinde ”Başkana kadar uzansa bile Watergate soruşturmasını sürdürün. Ben masumum. Masum olduğuma inanmalısınız. İnanmıyorsanız beni görevimden alın”. diyordu.
Olay, Demokrat Parti’nin başkent Washington DC’de bulunan Watergate isimli bir otel ve iş merkezindeki genel merkezine dinleme cihazı yerleştirmeye çalışan kişilerin yakalanması ile patlak verdi. Fakat hırsızların üzerinden çıkan isimler başkanın çok yakınındaki kişilere kadar gidiyordu ve bu normal bir hırsızlık girişimi değildi. Washington Post gazetesinin iki muhabiri olayı en başından beri takip ederek Nixon’a adeta Beyaz Saray’ı dar etmişlerdi. Bu iki gazeteci Carl Bernstein ve Bob Woodword’dı. Süreç devam ederken Nixon’ın ekibinden itiraflar art arda geliyordu. Nixon suçu kabul etmese de yolun sonuna gelmişti ve Amerika Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’e yazdığı bir buçuk satırlık istifa mektubu başkanlığı dönemindeki son yazılı belgesiydi.
Burada Watergate skandalı için 1972 seçimleri yönelik bir dinleme olduğunu yazılanlardan biliyoruz. Fakat burada şu soruyu sormadan da edemiyorum. Vietnam Savaşı yaşanmamış olsaydı bu dinlemeler yapılır mıydı? Vietnam Savaşı’nda çok yalnız kalan Nixon yönetimi ve iç politikada her geçen gün şiddetlenen bir Amerika için demokratların görüşlerini öğrenmek ve dış politikada destek bulmak için yapılmış olabilir mi, diye kendime defalarca sordum. Fakat Nixon yönetiminin gerçekleştirdiği çok büyük bir suç vardı ve bunun bedeli Nixon için ağır oldu.
Nixon, ABD’nin çevreleme politikasına Çin’i dahil etmiş ve Nixon Doktrini ile dengeleme politikasını, ABD dış politikasına kazandırmıştır. Bu sayede ABD, Asya’ya kadar gitmeden bölgenin bir ülkenin elinde büyümesini değil, iki gücün varlığı ile ‘yerinde’ saymasını sağlayacaktı. İlerleyen süreçte kendisine rakip olacak bir gücün doğmasını da bu politika ile engellemiş olacaktır. Geldiğimiz süreçte Nixon’ın başarılı bir dış politika izlediğini görmekteyiz. Nixon, kendisinden önceki dört başkandan farklı olarak Vietnam bataklığından çıkışı kendi stratejisini oluşturarak başarmıştır.
Kaynakça
2 Henry Kissenger, (2006) Diplomasi Kitabı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Bölüm Yirmi Yedi, Vietnam: Kurtulma; Nixon sy. 653
3 Henry Kissenger (2006) a.g.k., s. 655
4 Henry Kissenger (2006) a.g.k., s. 656
5 Henry Kissenger, (2006) Diplomasi Kitabı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Bölüm Yirmi Yedi, Vietnam: Kurtulma; Nixon s. 657
6 Steven W. Hook / John Spanier, Amerika Dış Politikası İkinci Dünya Savaşı’ndan Günümüze, İnkılap Yayınları, Dördüncü Bölüm Kuzey – Güney Gerilimi ve Vietnam Savaşı, s. 95
7 Henry Kissenger (2006) a.g.k., s. 659
8 Henry Kissenger, (2006) Diplomasi Kitabı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Bölüm Yirmi Yedi, Vietnam: Kurtulma; Nixon s. 660-61
9 Memorandumun notlarla açıklamalı tüm metni için bkz. Henry Kissenger White House Years (Boston, Little, Brown, 1979), s.1480-82
10 Henry Kissenger, (2006) Diplomasi Kitabı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Bölüm Yirmi Yedi, Vietnam: Kurtulma; Nixon s. 670
11 Henry Kissenger (206) a.g.k., s. 676
12 Henry Kissenger (2006) a.g.k., s. 679
13 Çimen Ali, (2014) Tarihi Değiştiren Günler, s. 187
14 Richard Nixon, alıntıyı veren Times, 3 Ocak 1972, s. 15. Ayrıca bkz. Nixon’ın Midwestern News Media yöneticileri ile olan toplantısı, Kansas City, Missouri, 6 Temmuz 1971 cildi (Washington, D. C.: Goverment Printing Office, 1972), s. 806 (Aşağıda Nixon Papers olarak anılacaktır).
15 Henry Kissenger, (2006) Diplomasi Kitabı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Bölüm Yirmi Sekiz, Jeopolitik Dış Politika: Nixon’ın Üçgen Diplomasisi s. 685
16 Henry Kissenger (2006) a.g.k., s. 683
17 Henry Kissenger (2006) a.g.k., s. 682
18 Vietnam’da savaş üzerine ulusa seslendiği konuşma, 3 Kasım 1969, Ayrıca bkz. Nixon’ın Birleşik Devletler 1970’lerin Dış Politikası Kongresi İlk Yıllık Raporu, 18 Şubat 1970 , bkz. Nixon Papers, 1970 cildi, s. 116 ve devamı.
19 Henry Kissenger, (2006) Diplomasi Kitabı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Bölüm Yirmi Sekiz, Jeopolitik Dış Politika: Nixon’ın Üçgen Diplomasisi s. 687
20 Henry Kissenger (2006) a.g.k., s. 692
21 Henry Kissenger (2006) a.g.k., s. 697
22 Richard M. Nixon, ”Vietnam Sonrası Asya”, Foreign Affairs, cilt 46, sayı 1 (Ekim 1967), s. 121
23 Henry Kissenger (2006) a.g.k., s. 701
24 Henry Kissenger (2006) a.g.k., s. 701 – 02
25 Henry Kissenger (2006) a.g.k., s. 702
26 Henry Kissenger (2006) a.g.k., s. 708
27 Henry Kissenger (2006) a.g.k., s. 709
28 Henry Kissenger, (2006) Diplomasi Kitabı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Bölüm Yirmi Dokuz, Yumuşama (Detente) ve Yarattığı Hoşnutsuzluklar s. 711