ABD,  Analiz,  Enerji,  Genel,  İran,  Orta Doğu

Mavi Vatan Türkiye ve Ortadoğu

Tüm dünyayı etkisi altına alan küresel salgın, Mart ayı itibari ile ülkemizde de görülmeye başladı. Korona virüsle mücadele ederken ülkemizin Güney sınırında da çok önemli olaylar yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor.

  Geçtiğimiz aylarda hem Suriye de hem de Kuzey Irak’ta ABD ve Fransız heyetlerinin katıldığı çok sayıda gizli ve açık görüşmeler gerçekleştirildi. Mayıs ayı içerisinde Suriye’nin Kuzeydoğu’sunda ki Kamışlı kentinde yapılan toplantıda ABD’li büyükelçi William Roebuck ve Türkiye’nin kırmızı listede aradığı terörist Mazlum Kobani kod adlı Ferhad Abdi Şahin bir araya geldi. Sözde toplantı sonrası yapılan açıklamada PKK ile Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS)’nin 2014’te imzalanan Duhok Anlaşması çerçevesinde birleşecekleri ifade edildi.

Yapılan antlaşmaya göre Suriye’deki 25 “Kürt partisi”nin tek çatı altında birleşmesi kararı alındı kurdukları sözde oluşuma ise “Kürt Ulusal Birliği Partileri” adı verildi.

Toplantıda konuşan terörist Ferhad Abdi, anlaşmadan dolayı ABD elçisi William Roebuck ve Mesut Barzani ile Neçirvan Barzani’ye teşekkür etti. Abdi, “Kürt birliğinin sağlanması ve tüm halk ve inançların haklarının garanti altına alındığı çok renkli ve demokratik bir Suriye için güçlü destek sunan ABD’ye teşekkür ederiz” dedi.

Elçi Roebuck ise gösterdikleri özveriden dolayı PKK elebaşı Ferhad Abdi ve Mesud Barzani’ye teşekkür etti.

Öte yandan Bağımsız Suriyeli Kürtler Birliği Başkanı Abdülaziz Temo, ABD arabuluculuğunda yapılan anlaşmaya tepki gösterdi. ABD’nin bu anlaşmalarla PKK’yı diğer siyasi grupların arasına sokarak meşrulaştırmayı planladığını söyledi. Söz konusu birlik partisi’nin kuruluş amacı “Suriye Demokratik Güçleri’nce (SDG) yürütülen tüm Kürt partilerin aynı safta buluşturulması çabalarına destek verilmesi” olarak açıklandı.

SDG için ABD’nin önemli düşünce kuruluşlarından Aspen Enstitüsü’nün Colorado eyaletinde gerçekleştirilen yıllık güvenlik toplantısında konuşan geçtiğimiz yıl emekli olan ABD Özel Kuvvetler Komutanı Raymond Thomas şu açıklamada bulunmuştu:“ Onlar kendilerine resmi olarak YPG diyorlardı ki Türkler ,bunun PKK ile aynı olduğunu söylüyor  ve benim terörist düşmanımla muhattap oluyorsunuz, bunu müttefik olarak nasıl yapabilirsiniz”diyordu. Biz de bunun üzerine onlara (YPG) isimlerini değiştirmeleri gerektiğini söyledik. Mesela, YPG dışında kendinizi nasıl adlandırmak istersiniz? Bir gün sonra adlarının ‘Suriye Demokratik Güçleri’ olduğunu ilan ettiler. Adlarının ortasına ‘Demokratik’ ifadesini koymalarının zekice bir hamle olduğunu düşündüm. Bu, onlara bir miktar itibar sağladı.”Bugün itibariyle baktığımızda belirtmek isterim ki SDG’yi Ankara dışında terör örgütü olarak gören ülke yok! Görünen o ki ABD hükümeti Suriye de kurulması planlanan kürt özerk bölgesi/devletinin “kurucu babası”olmayı siyasi kariyerinin en büyük başarısı ve ihtirası haline getirmiş gözüküyor.

Ülkemizin bekası için Suriye’de oluşturulmak istenen Kürt Özerk Yönetimine asla müsaade edilmemesi gerektiği kamuoyumuzda kesin bir şekilde bütün taraflarca ifade edilmektedir.

Ankara’nın, Suriyenin toprak bütünlüğünün korunmasının SDG gibi ABD destekli terör örgütlerinin bir an önce ülkeyi terk etmeleri gerektiği yönünde yaptıkları açıklamalar çok yerindedir. Ancak bölgeden edinilen bilgilere göre petrol, gaz ve buğday başta olmak üzere ülkenin mali kaynaklarının %58’ini  oluşturan Deir Ez Zor, Haseke ve Rakka gibi kentlerin SDG’nin elinde olduğunu ve bu bölgeden kolayca çekip gitmeyecekleri çok açıktır.

Geçtiğimiz haftalarda dünya gündemine bomba gibi düşen ABD’nin istihbarat kuruluşu CIA bağlantılı “Delta Crescent Energy” adlı şirketin PKK/PYD’yle yaptığı petrol anlaşması ilePKK/PYD’yi meşru hale getirerek terör örgütlerine finans kaynağı sağlamaya yönelik bu hareket bölgede uzun süre daha suların durulmayacağıgöstermektedir.

Dışişleri Bakanlığı, anlaşmayı uluslararası hukuku hiçe sayan, Suriye’nin toprak bütünlüğüne, birliğine ve egemenliğine kasteden ve terörizmin finansmanı kapsamına giren bir adım olarak niteleyerek, ABD’nin bu adıma destek vermesinin esefle karşılandığını ve kabul edilemez olduğunu bildirdi. 

Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada Yeni Şafak’ın  sürmanşetten duyurduğu haber hatırlatılarak, Suriye’de SDG adını kullanan terör örgütü YPG/PKK’nın, Suriye’nin kuzeydoğusundaki topraklarda petrol çıkarmak, işlemek ve ticaretini yapmak üzere ABD’de yerleşik ‘Delta Crescent Energy LLC’ adlı şirketle sözleşme imzaladığı belirtildi. Öte yandan hemen güneyimizde İdlib bölgesinin büyük bir kısmı El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra Cephesi’nden dönüşen Heyet Tahrir El-Şam (HTŞ) örgütünün kontrolünde.

 

İdlib’te Son Durum

İdlib’te 30 bin civarı savaşçı olduğu tahmin ediliyor. İdlib’te kurulan gözlem noktaları ve Rusya ile M4 kara yolunda atılan ortak devriyeler kimi zaman kesintiye uğrasa da devam etmektedir. Bölgede ki yerel halkı kışkırtarak atılan devriyelerin aksatılmasında yine karşımıza HTŞ çıkmaktadır.

Tabi bölgede yalnızca HTŞ değil yeni kurulan Hurras al-Din gibi cihat sahnesinde henüz ışıkları kendine çekemeyen örgütler de bulunmakta ve bunların en kapsamlı olanlarından biri de Ulusal Kurtuluş CephesiÖrgütü.

Mayıs 2018 de kurulan örgüt Türkiye tarafından desteklendiğine dair yaygın bir kanı olmasına karşın devlet yetkililerimizden kesinlikle böyle bir şeyin söz konusu olmadığı ve olmayacağı yönünde açıklamalar gelse de Anadolu Ajansının aktardığı habere göre Suriye Geçici Hükümeti Başkanı Abdurrahman Mustafa Şanlıurfa’da bir otelde düzenlediği basın toplantısında “Milli Ordu ve Ulusal Kurtuluş Cephesi’ndeki teşkilat, sektör ve birim komutanlarının kararlı faaliyetlerinin ardından bugün Milli Ordu ve Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin, Suriye Geçici Hükümetin’e bağlı Savunma Bakanlığı altında tek bir düzenli askeri ordunun çatısı altında birleştiğini deklare ediyoruz” dedi. Türkiye’nin yarını görüp dün’ü hatırlaması Suriye’nin kuzeyin de kesinlikle Özerk Kürt Devletinin kurulmasına engel olunması atacağı adımları çok dikkatli atması gerekmektedir.  

Türkiye’nin Doğu Akdeniz Hamleleri

İlk olarak Barbaros Hayreddin Paşa sismik arama gemisi Nisan 2017’de Doğu Akdeniz’e gönderen Türkiye 2018 yılının Ekim ayında ilk sondaj gemisi Fatih’i Akdeniz sularına göndermişti. Fatih’i takiben Yavuz sondaj gemisi arama faaliyetlerine katıldı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise 19 Şubat’ta, Türkiye’nin iki sondaj, iki de sismik araştırma gemisi olduğunu hatırlatarak, Fatih ve Yavuz’un ardından üçüncü sondaj gemimiz“KANUNİ” bu yıl içinde sondaja başlamasını planlıyoruz” diye açıklama yapmıştı.

Bu faaliyetlerle tüm dikkatleri üzerine çeken Türkiye en son hamleyi Recep Tayyip Erdoğan ile Libya Ulusal Hükümeti Başkanlık Konseyi Başkanı Fayiz es-Serrac arasında 27 Kasım 2019’da Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’nı imzalamakla yapmıştı. 

Libya ile yapılan antlaşma Akdenize sıkışan emperyal ülkelerin kafalarına balyoz gibi inmiş ne yapacaklarını bilemeyen bu ülkeler tabir-i caizse kuduz köpek gibi Libya ve Türkiye üzerine saldırıya geçmişlerdir. Yapılan antlaşmanın önemini Doğu Akdeniz’de enerji arama faaliyetlerinin ötesinde olduğunu yapılan üst düzey ziyaretlerden anlıyoruz.

Ülkemizde bu denli önemli gelişmeler olurken Avrupa Birliğinin maşası Yunanistan 9 Haziran da İtalya ile münhasır ekonomik bölge antlaşması imzalamakta diğer bölge ülkeleri Mısır, İsrail ve GKRY ile münhasır ekonomik bölge antlaşması imzalamak için atak yapmaktadır.

 

                   Neden 9 Haziran

Yunan hükümeti İtalya ile yaptıkları antlaşma için 9 haziran tarihini bilerek seçmiş ve Türkiye’ye atıfta bulunmuştur.

İnebolu LimanıKurtuluş Savaşı esnasında coğrafi konumu ve İnebolu’daki İstiklâl Yolu sayesinde çok önemli bir yer haline gelmişti. Anadoluya en yakın liman konumundaydıBu yüzden lojistik bir üs olarak kullanılıyor; Doğu Cephesi, İstanbulBulgaristanRomanya ve Sovyetler Birliğinden gelen cephaneler İnebolu Limanıʼnda boşaltılarak Anadolu’ya geçiriliyordu. Sadece cephane değil, gönüllü müfrezelere dahil olan insanlar da İnebolu Limanıʼndan Anadolu’ya geçiş yapıyordu. İnönü zaferlerinden bu yana nakil işleri hız kazanmıştı. Bu durum, Yunanları rahatsız etmekteydi. İzmir’de bulunan İngiliz Konsolosu 7 Haziran’da Londra’ya bir telgraf yolladı. Bu telgrafa göre İnebolu’daki silah sevkiyatı acilen durdurulmalı ve Karadeniz’deki limanlar ablukaya alınmalıydı. Ancak 9 Haziran’da alınan cevapta bu ablukanın gereksiz olduğu yazmaktaydı.

Öte yandan limanda nakliyat tüm hızıyla sürmekteydi. 9 Haziran 1921’de iki Yunan gemisi İnebolu’ya yaklaşmaktaydı. Bu gemilerin biri Kılkış, diğeri ise Panter zırhlısı idi. Yunanların kaymakamlığa Ultimatom vermesi ve yüzbaşıların zırhlıya dönmesi sonrasında Genel Kurmay’a telgraf çekildi. Alınan cevapta ültimatomun reddedilmesi, Kastamonu’daki askerlerin İnebolu’ya nakli ve silah tutan herkesin teşvik edilmesi ve saldırıya karşılık verilmesi emredildi. Ultimatom sonrası Yunan gemileri İnebolu’yu bombardımana tuttu.

Bombardımandan sonra Yunan ablukası artmıştı. Bombardımandan yaklaşık 12 saat sonra Zarbana İskelesinde Kaptan Ahmet Reis ve tayfası limanda nakil yaptığı esnada esir alınmış, sorgulandıktan sonra serbest bırakılmış ancak gemileri yakılmıştı.

Bu olay dışında da Cide ve İnebolu civarında birçok gemi ve tekne durdurularak aranıyor, ardından yakılıyor ya da batırılıyordu9 Haziran 1921 tarihe İnebolu’nun Yunan zırhlıları tarafından bombalanması olarak geçti. Bombardımanlar ile amaçlarına ulaşamayan Yunanlar  Türk Milletine diz çöktürememiş kadim Türk Milletinden yediği tokatın acısını hala unutamayan Yunanistan başbakanı Kiryakos Miçotakis GKRY’ye yaptığı ziyarette “ Sorun Türk-Yunan sorunu değil, Türkiye-Avrupa Birliği sorunudur.açıklamalarında bulunmuştur. Aynı tarihlerde Yunanistan dışişleri bakanı Fransa’ya giderek askeri Fırkateyn talebinde bulunmuştur.

Doğu Akdeniz’e sıkışan Yunanistan Türkiye’ye karşı AB ve Fransa aracılığı ile NATO’yu devreye sokmak istemektedir. NATO lideri ABD İsrail’in güvenliğini ön planda tutarken Rusya’nın Akdeniz de hakimiyet kurmasını engellemek içinTürkiye’nin Halife Hafter’e karşı Serrachükümetine olan desteğine şuan için ses çıkartmamaktadır.

Diğer yandan GKRY’nin Fransa ile imzaladığı Uluslararası camiada geçersiz sayılması beklenen “Savunma Alanları Antlaşması” petrol ve gaz arama antlaşmaları da Fransa’nın GKRY ve Yunanistan üçgeninde Türkiye’yi tenkit ve kışkırtmalarının bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye Mavi Vatan’da kendi deniz yetki alanını haklı olarak kullanmakta Suriye ve Irakta’da sınırlarını genişletmekten ziyade korumaktadır.

Bölgedeki kararlı ve dik duruşumuz ileriki dönemde Libya ile birçok alanda sağlanacak işbirliği diğer bölge ülkelerine de (Fas,Cezayir,Tunus) sıçrayacaktır. Bu yüzyılda var olma mücadelesinin ve çıkar çatışmalarının merkezi denizlerin olacağı apaçık bellidir.

 

 

         

Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir