CUMHURİYET SONRASI TÜRK HUKUKUNUN OLUŞUMUNDA ZİYA GÖKALP’İN KATKILARI
CUMHURİYET SONRASI TÜRK HUKUKUNUN OLUŞUMUNDA ZİYA GÖKALP’İN KATKILARI
Yasemin Çalışkan
Giriş
Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün fikir babası olarak karşımıza çıkan Gökalp; sosyolog, eğitimci, ideolog olmasının yanı sıra Türkiye’de birçok sosyal meselenin temelini atmış önemli bir aydındır. Bu sosyal meseleler arasında Osmanlı’nın yıkılış, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamalarındaki hukuki yapının sağlamlaştırılmasına yönelik yapmış olduğu çalışmalar ve öneriler yer almaktadır. Yapmış olduğu çalışmalar ile bugün hala hukuk alanında yürütülen çalışmalara öncülük etmektedir. Bu makalede Ziya Gökalp’in bu yönü ele alınacak içtimai usul-ü fıkıh teorisi, aile hukuku ve kadın hakları meselesine bakış açısı ve yeni devletin inşasında Anayasa Mahkemesi’nin kurulmasına yönelik teklifi ile ilgili yaptığı çalışmalar incelenecektir.
İçtimai Usul-ü Fıkıh Önerisi
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren yürütmüş olduğu hukuk sisteminin fethettiği ve yönettiği topraklarda kalıcı olmasını sağlayan en önemli faktörlerin başında gelmesi tarihçiler tarafından sıkça değinilen bir konu olmuştur. Bu durumun meydana gelmesine katkı sağlayan husus hukuki yapısını örfi bir kaynağı temel alarak inşa etmesi olmuştur.
Gerçekten de Osmanlı hukukunda örfi hukuk diye bilinen, İslam hukukunda ise “siyaset-i şer’iyye” adı verilen sistem kamu alanında toplumun tüm ihtiyaçlarına ilişkin düzenlemelerdeki temel kıstas olmuştur. Bu bağlamda Osmanlı Devleti’ndeki uygulamada şer’i mevzuattan çok dünyevi otorite tarafından konan kuralların (örfi sultani) hakim olduğu görüşü doğrudur. Ancak bunlar incelememizde de görüldüğü üzere şer’i mevzuata aykırı değildir. Ondan bağımsız da değildir. Aksine şer’î hükümlerden beslenmektedir. Öte yandan Batı medeniyetinde olduğu gibi İslam medeniyetinin içinde ruhban sınıfının olmaması, devletin inanç ve ibadetlere karışmaması hasebiyle sekülerizme ihtiyaç duyulmamıştır. Osmanlı hukukunda sekülerlik veya dinle devletin bağımsızlıklarını söylemek yerine yasama konusunda İslam hukukunun devlet başkanına tanıdığı yetkilerden geniş ölçüde yararlandıklarını söylemek daha doğru olur ki bu temelle yapılan düzenlemelerin tamamı Türk örfüne dayanmaktadır. (Koşum, 2004, s.159)
Bu durum Osmanlı devletinin gerileme ve çöküş dönemlerine geldiğimizde değişmeye başlamıştır. Özellikle Tanzimat Dönemi ile başlayan yenileşme sürecinde Osmanlı devleti iktisadi, askeri, eğitim vb. birçok alanda Batılılaşmaya gittiği gibi hukuki alanda da bir değişim sürecine girmiştir. Bu değişim süreci içinde bir yandan Batılı devletlerin oluşturduğu ticari ve anayasal birçok düzenleme doğrudan hukuk sistemine dahil edilirken bir yandan da şeriata uymama devlet gücünün kaybedilmesinin nedeni olarak gösterilmekte şeriata sıkça atıflar yapılarak ulema ve tutucuların tepkisi engellenmeye çalışılmaktadır. Bu sebeple yapılan yenilikler toplum ihtiyaçlarına uygunluk gösterememiş, çelişkili ve ikili bir hukuk sistemi meydana getirilmiştir. (Ulu, 2022, s.241-246)
Bu konu üzerine tartışmaların yoğun olduğu bir ortama doğan Ziya Gökalp gerek sosyoloji gerek tarih, felsefe gibi alanlarda yaptığı çalışmalar ışığında birçok alanda yeni kurulacak Türk devletine hukuk sistemi inşa etme konusunda da yön göstermiş ve bu ikili yapının ortadan kalkması için hukuka yeni bir bakış açısı kazandırmıştır. Gökalp kendisine göre yeni meseleleri çözmekte yetersiz kalan İslam hukuk usulü yerine, örfe dayalı yeni bir usul önerisinde bulunmuş, öncülüğünü yapmış olduğu bu yeni usule ise “içtimai usul-ü fıkıh” adını vermiştir. (Topal, 2012, s.9-11)
Gökalp’e göre insan davranışları pratik olarak fayda-zarar ve iyilik-kötülük (hüsün kubuh) açısından tetkik edilebilmektedir. İnsan davranışlarını iyilik-kötülük açısından inceleyen ilme İslam aleminde “fıkıh” adı verilir. Fıkhın konusu olan iyilik ya da kötülük sıfatını taşıyan eylemleri “dini ibadetler” ve “hukuki muameleler” şeklinde ikiye ayırabiliriz. Eylemlerin fayda ve zararını deneyime dayalı olarak “akıl” tespit eder. Ancak bir davranışın iyi ya da kötü olduğunu akıl değil toplumsal vicdan takdir eder. Bir davranış faydalı olduğu için değil, iyi olduğuna inanıldığı için iyidir. Gökalp’e göre eşyanın maddi fayda ya da zarara sahi olması maddi tabiatının gereği olduğu halde, iyi ya da kötü olmasının maddi tabiatıyla hiçbir ilişkisi yoktur. Uğruna binlerce askerin canını seve seve feda ettiği bir sancağın kutsallığı ve bu kutsallığın sağladığı olan manevi faydası, onu meydana getiren kırmızı renkli kumaştan kaynaklanmaz. Kutsallık ona sonradan kazandırılmıştır. Kutsal sayılan şeyler maddi tabiatları sebebiyle değil, toplumsal vicdanların onlara verdiği değer sebebiyle kıymetlidir. Kutsal addedilen varlık, temsil ettiği kutsal varlığa yani topluluğa ait bir sembolden ibarettir. Fıkıh, “nass” ve “örf” e dayanarak davranışların iyilik ya da kötülüğünü takdir eder. Birinci ölçü olan nass, Kitap ve sünnetteki delillerdir. Örf ise topluluğun pratik yaşam tarzı ve ahlakında tezahür eden toplumsal vicdanıdır. Fıkıh ilminde davranışlar hakkında iyilik ya da kötülüklerini ifade etmek üzere verilen hükümler; nassa göre “vacip” ve “haram”dan, örfe göre de “maruf (iyi davranış)” ile “münker (tasvip edilmeyen, yadırganan davranış)”den ibarettir. Bununla birlikte örfün görevi yalnızca toplumsal bağlamda maruf ve münkeri tayin etmekten ibaret olmayıp; “müminlerin güzel gördüğü şey Allah katında da güzeldir” hadisi ile “örf ile amel nass ile amel gibidir” fıkıh kuralının ifade ettiği şekliyle, gerektiğinde nassın yerini tutmaktır. Müslümanlar, nassların gereği olan emir ve yasaklara uymak mecburiyetinde olduğu gibi, marufu hâkim kılmak ve münkeri engellemek ile de mükelleftir. Maruf ve münker de toplumsal vicdanın iyi ya da kötü gördüğü davranışlardan ibarettir. Bu durumda fıkıh bir yandan “vahy”e diğer yandan “sosyoloji”ye dayanır. Yani İslam şeriatı hem ilahi hem de toplumsaldır. Fıkhın nassa dayanan hükümleri değişim ve gelişimden uzaktır. Mutlak ve değişmez olduğuna inanılmayan bir din, din olmaktan çıkacaktır. Bununla birlikte fıkhın toplumsal ilkeleri, toplumsal form ve yapıların değişimine bağlı olarak değişir. Bir eylemin iyi ya da kötü oluşu ait olduğu toplumsal tipe göredir. Dolayısıyla hükümler yalnız zamana değil, nispet edildikleri toplumların değişimine bağlı olarak da değişir. Bu düşünceler ışığında Gökalp, sosyoloji ilminin temel yapı taşı olan örfü hukukun temel kaynağı olarak ele alma fikrini sunar. Gökalp’e göre örf, bir topluluğun gerçek kanunu ve yaşayan hukukudur. Kitaplarda yazılı olan ilkeleri tefsir eden ve hayata geçiren, vicdanlarda yaşatan, toplumun örfi kurallardır. (Kobya, 2023, s.74-78)
Aile Hukuku ve Kadın Hakları ile İlgili Etkisi
Özellikle 2. Meşrutiyet döneminde kadının sosyal hayattaki yeri ve aile hukukuna ilişkin tartışmaların olduğu ortamda Gökalp, aile kavramının gelişim sürecine ilişkin görüşleri ile toplumsal ve hukuki yapıya yön vermiştir. Ziya Gökalp’in yaptığı aile sınıflandırmasında özellikle Osmanlı’nın son dönemlerindeki kadın ve aile tartışmalarına ilişkin “konak” ve “yuva” benzetmeleri son derece önemlidir. Gökalp’e göre “konak” ailesi geniş bir aile yapısıdır ve bu ailede haremlik selamlık uygulamaları ile birden fazla kadınla evlilik (poligami) ve câriyelik meseleleri oldukça yaygındır. Ancak kendisi Osmanlı toplumunda poligaminin nadir olduğunu vurgular; 1885 ve 1907 yıllarında İstanbul’da yalnızca %2,5 oranında çok eşli evlilik olduğunu ifade etmiştir. Gökalp, konak ailesini incelerken, eski Arap aile yapısının ve özellikle Abbasî döneminin etkilerini ele alır. Câriyelik, çok eşlilik ve miras gibi uygulamaların Câhiliye devrinden kalma olduğunu belirtir. Abbasîler döneminde câriyelerin çoğalmasıyla, hür kadınların haremlerde izole edildiğini savunur. İslam’ın aile yapısına getirdiği yenilikler sayesinde kadın haklarının arttığını, özellikle miras ve evlilik konusunda düzenlemeler yapıldığını ifade eder. Gökalp, Türk aile yapısının ise kadına daha fazla hak ve eşitlik tanıdığını vurgular. Türklerde eski aile yapısının devam ettiğini, kadının ekonomik olarak güçlü ve özgür olduğunu söyler. Ancak, saltanatı benimseyen Türklerde zamanla konak ailesine geçiş olduğunu ifade eder. Gökalp ayrıca Osmanlı’da kadın haklarını kısıtlayan uygulamaların İslam’a aykırı olduğunu savunur.
Ziya Gökalp, Tanzimat dönemiyle birlikte aile yapısında önemli değişiklikler yaşandığını belirtir. Bu dönemde, Avrupa’daki “yuva” modeli Türkiye’ye de girmeye başlamıştır. Yeni aile modeli tek eşlilik, kadın-erkek eşitliği ve küçük aile yapısına dayanır. Gökalp, bu yapının İslam’a daha uygun olduğunu savunur. Ailedeki velayet hakkının paylaşılması gerektiğini, babanın mutlak otoritesinin kaldırılmasını ve velayetin bir görev olarak ele alınmasını önerir. Ayrıca, değişen toplumla birlikte aile yapısında yapılacak düzenlemelerin örfe dayalı olması gerektiğini vurgular. Ziya Gökalp’in aile hukuku ile ilgili görüşleri, 1917’de yürürlüğe giren Hukuk-ı Âile Kararnamesi üzerinde önemli bir etki yapmıştır. Gökalp, aile ve miras hukukunun kanunlaştırılması, şer’iyye mahkemelerinin Adliye Nezaretine bağlanması ve bu mahkemelerin işleyişinin düzenlenmesini savunmuştur. İttihat ve Terakki Hükümeti, bu öneriler doğrultusunda harekete geçerek, aile hukukunu modernleştirmiş ve cemaat ile konsolosluk mahkemelerini ortadan kaldırmıştır. Gökalp, bu reformlarla Osmanlı Meşrutiyetinin önemli bir görevi yerine getirdiğini düşünmüştür. (Dinç, 2016, s.171-182)
Anayasa Mahkemesi Kurulması Fikrinin Öne Sürülmesi
Birçok ülkenin monarşiden cumhuriyete yeni bir devlet düzenine evrildiği dönemde Ziya Gökalp, dünyada o dönemde yalnızca Amerika’da yer alan Anayasa Yargısı meselesini bizim de hukuk sistemimize katmamız gerektiğini ifade etmiş ve bunun önemine değinmiştir. Gökalp’e göre, millet meclislerinin kabul ettikleri birçok hususi kanun anayasaya aykırıdır. Çoğu zaman millet meclisleri de bunun farkında olmazlar. Aynı şekilde hükümet tarafından çıkarılan nizamname, talimatname ve emirname gibi şeylerin birçoğu hususi kanunlara aykırıdır. Oysa bütün kanunların anayasaya ve nizamname, talimatname, emirname gibi şeylerinde hususi kanunlara uygun olması şarttır. İşte bu şartı temin etmek için Amerika’da olduğu gibi bir “Yüce Mahkeme”nin tesisi gereklidir. Yüce Mahkeme hem Amerika’da olduğu gibi anayasaya aykırı olan kanunları, mahkemelerin hatalarını ve kararlarını hem de Fransa’nın Şurayı Devletinde olduğu gibi özel kanunlara aykırı olan nizamname, talimatname, emirname gibi şeyleri hükümsüz bırakacaktır. Gökalp bu düşüncesini, 18 Aralık 1921’de Küçük Mecmua isimli dergide yayınladığı “Yüce Mahkeme” başlıklı yazısında da ifade etmiştir. Gökalp’in merkezi bir Yüce Mahkeme düşüncesi, bir tür Anayasa Mahkemesi olarak da değerlendirilebilir. Bu nedenle Gökalp, ülkemizde kanunların anayasaya uygunluğunun merkezi bir yargı organı eliyle denetlenmesi düşüncesini ileri süren öncülerden biri olarak görülmüştür. Bu anlamda hukuk sisteminin işlevselliğini ve hukuka bağlılık ilkesini güçlendirecek önemli bir öngörüde bulunmuştur. (Erden, 2013, s. 57-58)
Sonuç
Ziya Gökalp yaşamı itibari ile Osmanlı Devleti’nin çöküş aşamalarına denk gelmiş bir aydındır. Bu anlamda mevcut hukuk sisteminin işlemezliğini, özden kopukluk yaşadığını görmüş ve bununla alakalı yaptığı çalışmalar ile bu alanın gelişimine yönelik önemli tespit ve öngörülerde bulunmuştur. Öyle ki Şer’i İslam hukukunun çağın gerekli şartlarına cevap vermemesinin çözümünün Tanzimat Döneminde olduğu gibi doğrudan Batı iktisabı ile mümkün olmadığını görmüş ve bu duruma alternatif olarak içtimai usul-ü fıkıh teorisi ile milletin sahip olduğu örfü temel alan bir anlayışın işlevselliğini ortaya atmıştır. Bunun yanı sıra dönemin aile ve kadın meselesine ilişkin tartışmalara tekrar sosyolojik bir açıdan yaklaşarak Türk milletinin örfi kaynaklarında yer alan ve günümüz ihtiyaçlarına da cevap veren anlayışı ile aile hukuku müessesine kıymetli katkılarda bulunmuştur. Bir devletin hukuki açıdan aldığı kararların, üst mercii olan Anayasa Mahkemesi ile denetlenmesinin dönemin bir gereği olarak uygulanması gerektiği yönünde yaptığı açıklamalar ile çağının ilerisinde bir öngörü ile bir milletin en önemli yapı taşı olan hukuk kurumunun iyileştirilmesinde öncü nitelik taşımıştır. Günümüzde sahip olduğu bu nitelik hâlâ yerini korumaktadır.
Kaynaklar
Koşum, A. (2004). Osmanlı Örfi Hukukunun İslam Hukukundaki Temelleri. Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:17, Sayı:17.
Ulu, G. (2022). Tanzimat Dönemi Hukukta Modernleşme. Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 26, Sayı 1.
Topal, Ş.(2012). Ziya Gökalp’in İçtimâi Usûl-İ Fıkıh Önerisi Ve İzmirli İsmail Hakkı’nın Karşı Eleştirisi. Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:1, Sayı:2.
Kobya, M. (2023). Zıya Gökalp’ın İçtımaı Usul-I Fıkıh Tasavvuru. İlahiyat Alanında Uluslararası Araştırma ve Derlemeler, Serüven Yayınevi.
Dinç, E. (2016). Kadın Ve Aile Hukuku İle İlgili Meseleler Bağlamında Ziya Gökalp’in Fıkha Bakışı. International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Cilt:11, Sayı:7.
Erden, Ö. (2013). Ziya Gökalp’in 1924 Anayasası İle Ilgili Çalışmaları. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt:29, Sayı:85.