
ALMANYA SEÇİMLERİNİN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ
ALMANYA SEÇİMLERİNİN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ
Almanlar 2. Dünya Savaşı sonrasında bir taraftan hayatta kalmak için savaş sırasında yıkılan inşaat molozları arasında ölmüş atları kesip yerken, diğer taraftan yeni bir sistem hakkında düşünmeye başladıklarında, Almanya’nın en bilinen siyasetçilerinden Konrad Adenauer şöyle bir ifade kullanmıştır: “Umarım bir daha İsa bile gelse tüm yetkiyi tek kişiye verecek kadar aptal olmayız”. Alman seçim sistemi o tarihlerden itibaren koalisyon hükümetleri kurulması üzerine dizayn edilmiş ve yetkinin tek bir parti ya da kişinin elinde toplanılmaması Alman halkının da kırmızı çizgilerinden biri olmuştur. Dolayısıyla Almanya, koalisyonlar ile yönetilen, seçimlerden bir partinin tek başına iktidar çıkmadığı ancak koalisyona rağmen Avrupa’nın en büyük dünyanın ise üçüncü büyük ekonomisi olmayı başarmış bir ülkedir. Burada seçim sonuçları dikkatle takip edilir. Nitekim, uzun zamandır beklenen 2025 yılı Almanya genel seçimleri 23 Şubat’ta yapılmış ve hemen öncesinde kamuoyu yoklama şirketlerinin yaptığı tahminler ile neredeyse birebir örtüşen bir sonuç ortaya çıkmıştır. Sonuçlara göre seçimi Hristiyan Demokrat Birlik partisi yüzde 28,6 ile kazanmış ve parti toplamda 208 milletvekilini parlamentoya göndermiştir. Partiyi temsilen Friedrich Merz muhtemelen ülkenin yeni Şansölyesi olacaktır. İkinci sırada aldığı oy ile kimseyi şaşırtmayan Almanya için Alternatif Partisi (AfD) yüzde 20,8 oy olarak 152 vekili parlamentoya göndermiştir. Üçüncü sırada mevcut Şansölye Olaf Scholz’un partisi Sosyal Demokratlar yüzde 16,4 oy almış ve 120 vekili parlamentoya göndermişlerdir. Bu partinin oylarında yaklaşık olarak yüzde onluk bir düşüş olmuştur ve İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en düşük oyu almıştır. Dördüncü parti Yeşiller, yüzde 11,6 oy ve 85 vekil almış, beşinci parti Sol Parti ise yüzde 8,8 oy ve 62 vekil almıştır.
Şimdiden hükümetin hangi partilerden meydana geleceğini ve nasıl bir koalisyon olacağını kestirmek zordur. Ancak net bir konu vardır, o da 2004’ten beri ülkeyi yöneten politik zihniyetten farklı bir içerik benimsenecektir. Göç, ekonomi, enerji, ABD, Rusya ve Çin ile olan ilişkilerde daha şahin politikalar, Putin karşıtı ve Ukrayna yanlısı adımlar ile Avrupa Birliği içinde Alman liderliğini tekrar üstenecek adımlar atılacağını öngörebiliriz.
Bu yazıda özellikle Alman seçimlerinin Türkiye ve Avrupa Birliği üzerindeki etkilerine değinilecektir. Seçimi kazanan Friedrich Merz, kampanya döneminde Türkiye sorulunca daha kafamda Türkiye’yi ve Türkiye ile olan ilişkileri net bir yere oturtamadım minvalinde bir cevap veren, seçime yakın bir zamanda ise Türkiye’nin AB’ye üye olmaması gerektiğini net bir şekilde ifade eden bir siyasetçisidir. Peki, Merz döneminde Türkiye ile Almanya arasında nasıl bir ilişki olacak? Uluslararası ilişkilerde transaksiyonel anlayış denen bir kavram bulunur. Bu anlayış dış politikayı bir alış-veriş olarak görür, mütekabiliyet prensibi ile diğer ülkelerle iş birliğini amaçlar, çıkar odaklı ve pragmatik bir iş birliğini savunur. Merz döneminde Almanya’nın Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne üyelik noktasında desteklemeyeceğini, ülkemizde bulunan milyonlarca mültecinin bunun önündeki en büyük engel olduğu yönünde tartışmalar yapacağını söyleyebiliriz. Ancak diğer taraftan iki ülke arasında stratejik ilişkilerin artması kuvvetle muhtemeldir. Yani şu olabilir? Almanya, Türkiye ile ilişkilerde daha pragmatik, niyete mahsus, kısa zamanlı ve Türkiye’nin konumu ve güçlü ticareti ve sanayisi üzerinden bir iş birliği yapmak isteyecektir. AB’ye üye olmamızı istemedikleri için insan hakları, demokrasi, azınlıklar ya da hukukun üstünlüğü gibi kavramları pek dile getirmeyen pragmatik ve çıkar odaklı bir yol izleyeceklerdir. Merz yönetimindeki Hristiyan Birlik partisi, Türkiye’nin AB ile ilişkilerine medeniyetçi, kültürcü ve ötekileştirici bir perspektiften bakarlarsa bu çıkar odaklı olacağını düşünülen ilişkiler ciddi zar görebilir.
Eğer Hristiyan Demokratlar ile Sosyal Demokratlar bir koalisyon kurmazlar ise Almanya’da yaşayan Türk diasporası için de sıkıntılı günler başlayabilir. Zira, göç konusunda Merz yönetimi Scholz yönetimine göre katı bir yaklaşıma sahiptir. Hem göçün hem mülteci alımının durdurulması, göçmenler için aile birleşiminin sınırlanması ve sınır kontrollerinin yaygınlaştırılması, sınırların kapatılması, daha kolay sınır dışı etmeninin kolaylaştırılması gibi konuları savunan Friedrich Merz, seçimden hemen önce yaptığı açıklamasında mevcut vatandaşlık yasasının yeniden değiştirilerek çifte vatandaşlığın tekrar kaldırılması gerektiği yönündeki açıklama yapmıştır. Yani çifte vatandaş olan Türkler pasaportlarından birini bırakmak zorunda kalabilirler. Ancak her iki parti bir koalisyon hükümeti kurarlar ise Almanya ve Türkiye arasındaki bu potansiyel gerilim, Sosyal demokratların durumu dengelemesi ile yaşanmayabilir.
Türkiye konusunda son olarak başka önemli bir konuya değinmekte fayda vardır. Merz ile birlikte Angela Merkel döneminde dillendirilen “imtiyazlı ortaklık kavramının Türkiye’yi AB’nin dışında tutmayan ama içine de almayan, ticari ilişkileri artırarak devam ettiren ve gümrük birliği içinde tutan ve yeni alanlarda işbirliğini amaçlayan “stratejik birliktelik” olarak yeniden revize edileceği ve Almanya tarafından savunulabileceği düşüncesindeyim. “Stratejik birliktelik” neyi içerir? İki ülke arasındaki ticari ilişkileri, siyasi çıkarları, Türkiye’nin güçlü askeri olanaklarından istifade etmeyi, daha fazla mülteciyi kabul etmemizi, AB değerleri ve normları gibi konuları çok fazla konuşmadığımız konuları içerebilir. Başka bir ifadeyle, bu yeni birliktelik, Türkiye’yi AB üyelik hedefinden biraz daha uzaklaştıracak, ancak ticari, ekonomik, güvenlik ve askeri sanayi konularında Almanya’ya daha da yakınlaştıracak bir dönemin kapılarını açabilir. Burada Almanya kadar Türk hükümetimizin de benimseyeceği tutum çok belirleyici olacaktır. Sonuçta şunu unutmamak gerekir: Avrupa’nın lokomotifi ve en güçlü ülkesi de olsa, ülkemizin AB ile ilişkilerinin mevcut durumunu ve geleceğini Almanya tek başına belirleyemez.
Sonuç olarak Almanya, AB’ye daha fazla yöneldiği, AB’nin liderliğini tekrar üstleneceği, ABD’nin AB üzerindeki politik etkisini azaltmaya çalışacağı, Almanya ve AB’nin savunma kapasitelerini arttırmak isteyeceği, AB içinde safları sıklaştırmak için mücadele edeceği, Ukrayna konusunda Trump gibi “ne pahasına olursa olsun”cu bir yaklaşım benimsemeyeceği, Putin ve Trump karşıtı, Çin lehine oluşan ticaret dengesizliğini ortadan kaldıracak hamleler yapacağı, daha fazla silahlanacağı ve küresel silah satış rakamlarını arttıracağı, AB içinde NATO’dan bağımsız bir ittifakın kurulmasının artık zamanının geldiği yönünde tartışmaların içine gireceği yeni bir döneme girmiştir. Bu yeni dönemde aşırı sağ ile koalisyon yapmanın halen daha bir tabu olarak görüldüğü Almanya’da aşırı sağcı AfD ile koalisyon yapılmayacağı kanaatindeyim. Almanya, AB içinde aşırı sağa karşı son kale olarak görülürken bu son seçimlerde adeta aşırı sağın kalesi haline gelmiştir. Dikkatle takip etmekte fayda vardır.

Türk Dünyası Raporu Şubat 2025
Bunları da beğenebilirsiniz

5 Ağustos 2019

Sistemik Bir Ayrım: Kuzey ve Güney
6 Mart 2021