Analiz,  Enerji,  Genel,  Kadir Kaan Güler'in Yazıları

Türkiye’nin Enerji Politikasının İncelenmesi

On dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren enerji odaklı politikalar uluslararası ilişkilere ve güç mücadelelerine yön vermiştir. Henüz daha yeni keşfedilmiş olan petrol yatakları yirminci yüzyılda kurulmak istenen dünya sistemini şekillendirmede çok önemli bir rol oynamıştır. Yirmi birinci yüzyılda da enerji, bir ülkenin potansiyel gücünü ve uluslararası sistemdeki yerini belirlemede önemli olmaya devam etmektedir. Geçmişten farklı olarak günümüzde enerji kaynaklarının çeşitliliği daha fazladır. Bu da ülkelerin çok yönlü enerji politikası yürütmesini zorunlu kılmaktadır. Türkiye’nin enerji geleceğini konu alan makalede imkanlar ölçüsünde Türkiye’nin mevcut enerji politikası, bu politikanın jeopolitikaya yansıması ve gelecek enerji politikasının nasıl olması gerektiği verilerle ortaya konulmaya çalışılacak.
​Türkiye halihazırdaki verilere bakılacak olursa İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkeleri arasında 15 yıllık dönemde en hızlı enerji talebi gerçekleştiren ülke konumundadır. Ne yazık ki bu durum Türkiye’nin enerji bağımlılığını daha fazla arttırmaktadır. Nitekim toplam enerji talebinin yalnızca %26’sı yerli kaynaklarla karşılanabilmektedir. Demek oluyor ki Türkiye enerji alanında ¾ oranında dışa bağımlı bulunmaktadır. Sırasıyla bu kısmı açımlamakta fayda bulunmaktadır. Enerji dediğimizde elektrik, petrol, doğal gaz, kömür, hidrolik, rüzgar, güneş, jeotermal, biyokütle ve nükleer enerji anlaşılmaktadır.
​Elektrik:
​Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın verilerine göre Türkiye elektrik enerjisi tüketimi 2017 yılında 294,9 milyar kWh, elektrik üretimi ise 295,5 milyar kWh olarak gerçekleşmiştir. 2017 yılında elektrik üretimimizin, %37 ‘si doğal gazdan, %33’ü kömürden, %20’si hidrolik enerjiden, %6’sı rüzgârdan, %2’si jeotermal enerjiden ve %2’si diğer kaynaklardan elde edilmiştir. 2017 yılı sonu itibarıyla Türkiye’nin kurulu gücü içerisinde kamu %23,4, özel sektör ise %76,6’lık paya sahiptir. Görüldüğü üzere talebi karşılayacak elektrik üretimi sağlanabilmektedir. Ancak gelişmiş ülkelere kıyasla bakıldığında kömürden üretilen elektrik enerjisinin oranı çok yüksek bulunmaktadır. Bu da hem çevresel zararlara yol açmakta hem de sürdürebilir enerji politikasına zarar vermektedir. Uzun dönemde bu oranın azaltılması elzemdir.

Petrol ve Doğal Gaz:
​Modern dünyada petrol, neredeyse savaşla eş anlamlı hale gelmiş olması bakımından diğer enerji kaynaklarından ayrılmaktadır. “Petrol Savaşları”, “Petrol krizleri” uluslararası sistemi her seferinde derinden etkilemektedir. Türkiye de bütün bu krizlerden, jeo-stratejik mevkisi hasebiyle yakından etkilenmektedir. Aslında bakıldığında Türkiye petrol yataklarına oldukça yakın bir konuma bulunmaktadır. Buna rağmen petrol sorunlarından azade değildir. Çünkü çok büyük oranda petrol bağımlılığı bulunmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2017 yılında 25 milyar dolar petrol ithalat gerçekleştirilerek rekor kırılmıştır.
​Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) 2017 verilerine göre gerçekleştirilen ithalatın %26’sı İran’dan, %18’i Rusya’dan, %16’sı Irak’tan, %8’i ise Hindistan’dan gerçekleşmektedir. Ancak bu oranların İran lehine daha da arttığı gözlemlenmektedir. Bilindiği üzere Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) baskısıyla İran’a ambargo uygulanması gündemdedir. Bu ambargoya ABD ile ilişiği bulunan bütün ülkelerin katılması için zorlama yapılmaktadır. Aşağıda verilen tablo ise ABD’nin yaptığı yaptırımın ne manaya geldiğini gözler önüne serme noktasında oldukça verimlidir. Zira ABD, petrol ve kaya gazı devrimleri sayesinde bu alanda ithalatçı noktadan ihracatçı bir noktaya evrilmiştir. 2022 yılında OPEC ülkeleri arasında en çok petrol ihracat eden 3. Ülke konumuna yükselmek istemektedir. Buradaki rakiplerinden biri de İran’dır. Haliyle ABD, İran üzerinden baskı uygulayarak kendi ihracat pazarını genişletmek istemektedir.

​Doğalgaz ithalatında ise yine Rusya ve İran bağımlılığı göze çarpmaktadır. %51 oranında Rusya bir paya sahipken, %16 oranında İran payı söz konusudur. Azerbaycan payı %11 civarında kalmaktadır. Türkiye’de doğalgaz üretimi başta Tekirdağ, Kırklareli ve İstanbul hattında yapılmaktaysa da yeterli derecede değildir.
Türkiye açısından meseleye bakılacak olursa, petrol ve doğalgaz ithalatında iki ülkeye bu denli yüksek oranda bağımlı olunması, dış politikada bağımsız adımlar atılmasını güçlendirmektedir. Yukarıdaki tablolardan da anlaşılacağı üzere Türkiye’nin İran’a bağımlığını, İran’ın Türkiye’ye bu alanda bağımlılığından daha fazla bulunmaktadır. Kaldı ki Petrol ithalatında ikinci sırada yer alan Rusya da göz önünde bulundurulduğunda, petrol kullanımında uzun vadede bağımlılığın azaltılması, kısa ve orta vadede ise çok petrol ithalat tercihlerinin arttırılması gerekmektedir. Zira Rus-İran ittifakı, Türkiye’nin uzun erimli dış politikaları için en az Atlantikçi politika kadar tehlikelidir. Rus-Şii ittifakının etkin olduğu alana bakıldığında Türkiye’nin açık bir şekilde çevrelendiği görülmektedir. Türkiye’nin güneydoğusu ve doğusu Suriye ve Irak merkezi hükümetlerinin İran’ın etki sahası olması hasebiyle İran tarafından kapatıldığı göze çarpmakta. Kerkük ve Telafer gibi Türkmen yoğunluklu kentlere İran destekli Haşdi Şabi birliklerinin girmesi endişeleri daha da arttırmaktadır. Ermenistan ile olan ilişkiler göz önünde tutulduğunda doğu sınırının tamamen Türkiye’ye kapanması gibi bir tehditle karşı karşıya kalınıyor. Bu durum Türkiye’nin Türkistan ile bağlantısının kopmasına neden olmaktadır. Rusya’nın, Suriye’de bulundurduğu askeri üsler düşünüldüğünde güneydeki bu durum katmerlenmektedir. Ayrıca son zamanlarda artan Rus- Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ilişkileri de yükselen bir ivme çiziyor. Buna Kırım’ın Rusya tarafından işgal altında tutulduğu gerçeği eklenince, Türkiye’nin kuzeyindeki makasın da daraldığı gözüküyor. Batı’da bulunan Yunanistan ve Bulgaristan ile olan ilişkilerin durumu düşünüldüğünde durumun vahameti daha da ağırlaşıyor.
Kıbrıs’ın güneyinde yapılan doğalgaz sondaj çalışmaları İsrail- GKRY ilişkilerini de daha da arttırmış vaziyettedir. İsrail deniz sahasında komşusu olan GKRY ile 1990’lı yıllardan itibaren bir dizi karşılıklı anlaşmalar ve ziyaretler yaparak geliştirmiştir. 2012 yılına gelindiğinde İsrail-GKRY arasındaki ticaret 715 milyon Euro’ya yükselmiş vaziyettedir. Ticaretin yanında güvenlik, turizm ve kültür alanlarında da artan bir işbirlikleri söz konusudur. İsrail-GKRY arasında yapılan anlaşmalara 2017 yılında Mısır da katılmıştır. Aşağıdaki haritada gösterilen 12 numaralı blokta sondaj faaliyetlerine katılan Mısır, Avrupa’ya ihracatı planlamaktadır. Yunanistan’ın tarihsel tutumu, Amerika Birleşik Devletleri ile son dönemde yaşanan gelişmeler hatırlandığında Türkiye’nin karşısında büyük bir zorluk olduğu gayet açıktır.


Türkiye ise bu ittifaklar karşısında kendi sondaj gemilerini Doğu Akdeniz’e göndererek cevap vermiştir. Görünen o ki önümüzdeki senelerde de Kıbrıs stratejik önemi artarak devam edecektir. Böylesi bir ortamda Türkiye’nin bütün duygusal ve ideolojik yaklaşımlardan arınarak hareket etmesi elzemdir. Bu kapsamda İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü kabul etmesi dahilinde hala Türkiye için en gerçekçi müttefikleri olacağı göz ardı edilmemelidir. Zira Çin’in ve Rusya’nın artan güçlerinin öncelikle Türk dünyasına sonrasında doğrudan Türkiye’ye orta ve uzun vadede zarar vereceği aşikardır. Avrupa Birliği’nin askeri çıkarlarını ön planda tutmaya çalıştığı böylesi bir dönemde, Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin zaaflarını kullanması önemli olacaktır. Çünkü bilinmektedir ki Rusya’nın etkisinin artması karşısında Güney Kıbrıs’ın ve Yunanistan’ın esamesi okunmayacaktır. Ayrıca İngiltere’nin Brexit sonrasında, yumuşak güç unsurlarını korumak isteyeceği bir dönemde, Türkiye’nin uluslararası arenada güç dengesini İngiltere ile sağlamak düşüncesi gayet olumludur.
Bütün bu jeopolitik değerlendirmeden sonra, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de her şeyi sağlama almasının güvenlik anlamında olumlu etki edeceği aşikarsa da her alanda olumlu etkilemeyeceği göz ardı edilmemelidir. Zira doğal gaz, petrol ve diğer doğal kaynaklara sahip ülkelerde görüldüğü üzere ekonomin, bu alanlara bağlı kalması ve tekelleşme ihtimali Türkiye’nin ekono-politiğini orta ve uzun vadede olumsuz etkileyecektir. Üstelik tam anlamıyla yerleşemeyen Türk demokrasisini geriletecek, otokratik bir sistemi güçlendirecektir. O halde Türkiye’nin her şey lehinde gitse dahi, uzun vadeli bir ekono-politiğe ihtiyaç duyacağı bilinmelidir. ​
​Kömür:
​Her ne kadar enerji alanında teknolojinin gelişmesiyle yenilenebilir enerji kaynakları ön plana çıksa da Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin kömür türü yakıtlara olan ihtiyacı artarak devam etmektedir. Yukarıda da bahsedildiği üzere elektrik üretiminde dahi ağırlıklı bölümlerden birini kömür teşkil etmektedir. Dünya kömür rezervi dikkate alındığında %27’lik oranla ABD ön plana çıkmaktadır, ardından gelen Rusya’nın oranı %18, üçüncü sırada olan Çin’in ise oranı %13’tür. Türkiye ise kömür rezervi ve üretim miktarı açısından linyit kömürde orta düzeyde, taşkömürde ise alt düzeyde bulunmaktadır. Bu açıdan dünya rezervinin yaklaşık %3’üne tekabül etmektedir. Türkiye’de bulunan linyit kömür rezervinin %46’sı Afşin-Elbistan havzasında, taşkömür rezervi Zonguldak havzasında bulunmaktadır. Uzun vadede kömür kullanımının azaltılması Türk ekonomisi ve Türk milletinin refahının iyileştirilmesi açısından önem arzetmektedir. Zira kömür işletmelerinde var olan sağlıksız koşullar, çevreye bilhassa havaya verilen zarar Türk milletinin refahına olumsuz etkide bulunmaktadır.
​Yenilenebilir Enerji Kaynakları:
​Küresel ısınmanın Avrupa’da, Güneydoğu Asya’da ve ülkemizde kendinin daha hatrı sayılır oranda göstermeye başlamasıyla birlikte yenilenebilir enerji kaynaklarına olan ihtiyaç daha da fazla arttı. Bilhassa gelişmiş Avrupa ülkeleri çevreye zarar veren kaynakların, enerji tüketimindeki payını seviyeli olarak azalttı. Enerji politikalarının hedefini de yenilenemez enerji kaynaklarının tamamıyla sıfır noktasına çekilmesi olarak belirledi.
Türkiye’ye dönülecek olursa, enerji kaynakları tüketiminde yenilenebilir enerji kaynakları yalnızca %10’luk bir paya sahiptir. Oysa ki yenilenebilir enerji kaynakları hususunda çalışan uzmanların ortak görüşleri Türkiye’nin mevcut potansiyelinin daha fazla olduğudur. Örneğin Türkiye hidroelektrik enerji potansiyelinde Avrupa’da, Norveç’ten sonra ikinci sırada gelmektedir. Buna rağmen Türkiye potansiyel hidroelektrik gücünün sadece %41,3’nü kullanabilmektedir.
​Dünya’da yenilenebilir enerji kaynakları arasında en gelişmiş olan ve ticari olarak da en elverişli olan rüzgar enerjisi bakımından da Türkiye oldukça yüksek potansiyele sahip. Ancak Türkiye 2012 verilerine göre potansiyel rüzgar enerjisinin %4’ünü kullanabilmektedir. Ha keza Türkiye’nin bulunmuş olduğu coğrafya itibariyle güneş enerjisinde de oldukça yüksek potansiyele sahiptir fakat bu alanda da yeterince imkanlarını kullanamamaktadır.
​Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynaklarını arttırmasında, dışa bağlı enerjiyi azaltmada yalnızca devlete değil hem özel şirketlere hem de halka büyük bir görev düşmektedir. Çünkü modern devletlerde bu tür yatırımlar yalnızca (ve hatta çoğu kez) devlet eliyle yapılmaz. İlk kez yatırım yapacak olan gençlerin de bu alanlara yönelmesi ülkenin geleceği açısından büyük bir önem arz etmektedir.

Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir