ABD,  Analiz,  Avrupa Birliği,  Enerji,  Genel,  Savunma,  Yazarlar,  Yunus Haliloğlu’nun Yazıları

Türkiye’nin Afrika Politikası

GİRİŞ

58 bağımsız ülkeden oluşan Afrika kıtası sahip olduğu madenler, enerji kaynakları, jeopolitik bağlamda Amerika, Asya ve Avrupa kıtaları arasında geçiş noktası olması gibi temel bileşenler ile 16. Yüzyıldan itibaren Avrupalı ülkelerin iştahını kabartan temel faktörler olmuştur. Özelikle Libya, Somali, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Gana, Senegal ve Nijerya gibi ülkeler üzerinden koloni modelini uygulayan Avrupalı ülkelerin siyasi, kültürel, sosyal ve dini anlamdaki geniş yelpazede ki etkileri günümüzde de sürmektedir. Bu doğrultuda, Türkiye’nin 2005 yılından itibaren Kuzey ve Doğu Afrika eksenine açılma stratejileri kapsamında Afrika ülkeleri ile ekonomik dış ticaret hacminin 2020 yılı itibariyle 25 milyar dolara yükselmesi özellikle Fransa, Almanya, Belçika, İngiltere ve Hollanda gibi Avrupalı ülkelerin kaygılanmasına neden olmuştur. Bu anlamda, Afrika kıtasında Türkiye ve Avrupa Birliği ülkeleri arasında yaşanan dolaylı rekabet ekonomik, siyasi, askerî ve kültürel anlamda da yeni yüzleşmelerin yaşanmasını kolaylaştırmış ve rasyonel açıdan da stratejik olarak olgunlaşmış çekişme alanlarının kurulmasına neden olmuştur.

 

 

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN VE AVRUPA ÜLKELERİNİN AFRİKA KITASI ÜZERİNDEKİ TARİHSEL BİRİKİMİ

 

1574 ve 1912 yılları arasında Kuzey ve Doğu Afrika üzerinde hakimiyet kuran Osmanlı İmparatorluğu, bölgede bulunan insanların eşitlik ve adalet ile yönetilmesini sağlamanın yanında Tunus, Libya ve Cezayir gibi ülkeler üzerindeki geleneksel ve kültürel etkisini günümüzde de sürdürmektedir. Bu açıdan incelendiğinde, Afrika halkının Osmanlı hakimiyeti altında yaşadığı süre boyunca bölge üzerindeki barış ve istikrar ortamı sürekli olarak korunmak ile birlikte, yine Osmanlı İmparatorluğu’ndan homojenleşip ulus devlet inşa sürecini tamamlayan Türkiye için de iç ve dış politika anlayışın belirginleşmesinde mihenk taşı görevi üstlenmiştir. Bu doğrultuda, Türkiye’nin Afrika kıtasına yönelik ekonomik, siyasi, askerî ve sosyal politika oluşturma yeteneği bölge halkı tarafından da olumlu karşılanmış ve Osmanlı Devleti’nden kalan tarihsel olumlu imaj tekrar canlanmıştır. Avrupa Ülkelerinin Afrika kıtası üzerindeki baskıcı ve yıkıcı etkisi incelendiğinde ise, 1880 yılından başlayan kolonileştirme süreci sömürge anlayışına evrilmiştir. Bu anlamda 1970 yılından sonra  Afrika ülkeleri bağımsızlıklarını Avrupa ülkelerinden kazanmalarına rağmen, sömürge düzeninin olumsuz olarak çok boyutlu yansımaları günümüzde de devam etmektedir. Bu bağlamda tarihsel geçmiş incelendiğinde; 1899 ve 1902 yılları arasında İngiltere’nin Güney Afrika Cumhuriyeti ve Kenya’yı işgal etmesi, 1898 yılında İspanya’nın Batı Sahara ve Ekvator Gine’sini koloni sistemi ile yönetmesi, 1950 ve 1960 yılları arasında Portekiz’in Angola ve Mozambik üzerinde denetim kurması, 1990 yılından sonra Almanya’nın Papua Yeni Gine üzerindeki faaliyetlerini yoğunlaştırması, 1994 yılından itibaren Belçika’nın Ruanda, Kongo ve Burundi’de insanlık dışı uygulamalarda bulunması, Hollanda’nın Gana ve Güney Afrika Cumhuriyeti üzerinde yeni bir ulus inşa etme çabaları, Fransa’nın Cezayir ve Senegal değerlerini yok etmesi hedefleri ve İtalya’nın Eritre, Trablusgarp ve Etiyopya işgalleri ile birlikte ortaya çıkan yeni sistemler, Afrika kıtasının doğrudan Avrupa Ülkeleri tarafından din, dil, ırk ve gelenekler açısından soykırıma uğramalarının yanında uzun vadeli istikrarsızlığın temellerini oluşturmalarını da beraberlerinde getirmiştir.

 

TÜRKİYE’NİN AFRİKA BAĞLAMINDA YENİ AÇILIMI VE AVRUPALI ÜLKELERİN POLİTİKALARI

Türkiye tarihsel birikimin getirdiği manevi sorumluluk ile birlikte Afrika ülkeleri ile “Afrika’nın sorunlarına Afrikalı çözümler” üretme anlayışı ile dış politika hamlelerini başarı ile pratiğe uygulamaktadır. Bu anlamda, 21. Yüzyılın sonlarına doğru Afrika kıtasının bölgesel ve küresel sistem içindeki rolünün daha fazla artacağı argümanı çerçevesinde Türkiye’nin genel olarak bölge üzerindeki etkinliği de sürekli olarak artmaktadır. Bu doğrultuda, Türkiye’nin 2005 yılında Afrika Birliği örgütüne gözlemci üye olması ve Afrika’ya açılım stratejisi bağlamında ticaret, güvenlik, askerî ve kalkınma gibi temel dinamik hedefler ile 2013 yılından sonra dış politika olgusu “Afrika Ortaklık konumuna “ yükselerek bölge halkı üzerindeki güçlü konumunu pekiştirmiştir. “Özelikle Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2010 ve 2020 yılları arasında 28 Afrika ülkesini üst düzey temas ile ziyaret etmesi, Türkiye’nin Afrika’ya Açılım politikasının olumlu yansımalarını oluşturan en önemli politik basamağı oluşturmuştur.” Bu bağlamda, dış politika adımlarına alternatif oluşturmak anlamında Türkiye 2019 yılı itibariyle Afrika bölgesinde 42 büyükelçilik misyonu ile faaliyet gösterirken, Afrika ülkelerinin de Ankara’daki büyükelçilik misyon sayısı yine 2019 yılı sonrasında 36’ya yükselmiştir. “Başka bir deyişle, yumuşak güç yeteneği kapsamında Türkiye, Afrika kıtasına; Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı, AFAD, Yunus Emre Enstitüsü, Kızılay, Anadolu Ajansı ve Türkiye Diyanet Vakfı gibi kurumlar ile Afrika bölgesine 2010 ve 2020 yılları arasındaki en ciddi açılım adımlarını başarı ile uygulamıştır.” Bu kapsamda, 2003 yılında Türkiye’nin genel anlamda Afrika ülkeleri ile dış ticaret hacminin 5 milyar  dolardan,  2020 yılında ise 20 milyar dolara ulaşması ile birlikte yumuşak güç unsurunun askeri, siyasi ve kültürel bağlamda güçlendiği gibi ekonomik olarak da yükselişe geçmesi Avrupa ülkeleri olan Fransa, İngiltere, Belçika, Hollanda ve İtalya gibi ülkelerin çekincelerini artırmıştır. Diğer bir ifadeyle,  Fransa’nın Nijerya, Cezayir ve Senegal gibi ülkeler üzerinden enerji kaynaklarının %80 oranında sömürge sistemi ile karşılaması paradigması ve Türkiye’nin bu ülkeler üzerinde ki etkinliğinden dolayı siyasi, ekonomik ve diplomatik açıdan etkilenmektedir. Öyle ki, Ermeni diasporasının temelsiz soykırım iddiaları, Ege ve Doğu Akdeniz sorunlarında Türkiye ve Yunanistan’ın karşı karşıya gelmesi ile birlikte, Fransa Türkiye’nin Afrika’ya açılım politikalarını zayıflatmak amacıyla Yunanistan’ı destekleyerek denge gücünü oluşturmaya devam etmektedir. İtalya’nın Trablusgarp, Eritre ve Etiyopya ülkeleri üzerinde yeniden yükselişe geçen Türkiye faktörüne karşı, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusunda blokaj özelliğini sahaya sürerek ve bu ülkeler üzerinde ki geleneksel gücüne Türk dış politika hedeflerini kendi çıkarlarına tehdit olarak görmektedir. ”Afrika bölgesinin 722 milyar dolar Gayri Safi Yurt İçi hasılası ile en büyük ekonomisi olan ve BRICS üyesi olan Güney Afrika Cumhuriyeti üzerinde ki sömürge düzenini devam ettiren İngiltere ve Hollanda ise, Türkiye’nin Güney Afrika Cumhuriyeti üzerindeki artan inşaat, eğitim ve turizm kurumlarının sayısının artması sonrası zorlayıcı diplomasi ile, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz sorununu Türkiye’ye karşı dizayn etme stratejisi olarak kullanmasına ve ikili ilişkilerin kısmen de olsa gerginleşmesine neden olmaktadır.”

 

 

KUZEY AFRİKA ÖZELİNDE TÜRK DIŞ POLİTİKASI VE AVRUPALI ÜLKELERE YANSIMALARI

Afrika kıtasına yönelik en önemli stratejik konumunu oluşturan Kuzey Afrika ülkeleri olan Fas, Mısır, Tunus, Libya, Cezayir ve Sudan ekseninde Türkiye’nin geleneksel devlet politikaları Avrupa Ülkeleri tarafından ekonomik, siyasi ve askeri anlamda güç kayıplarının artmasını tetikleyecek yapısal kriz olarak algılanmaktadır. “Öyle ki, Afrika ve Kuzey Afrika ülkelerine yönelik Türkiye’nin Fransa ve İngiltere’nin sömürge düzenini eleştirmesi ve Türkiye’nin üçüncü bir aktör olarak işbirliğine hazır olduğunu gösteren projeleri uygulaması Afrika halkının Avrupa’ya olan bakış açısını da değiştirmiştir.” Bu bağlamda, 27 Kasım 2019 yılında Türkiye ve Libya arasında imzalanan “deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması“ ve 2011 yılından itibaren başlayan Libya iç savaşına Türkiye’nin de ulusal mutabakat hükümetine darbe lideri Hafter’e karşı askeri ve siyasi olarak destek vermesi, yine Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya, Hollanda ve Belçika’nın Türkiye yönelik yaptırım uygulama tehditlerini artırmalarına neden olmuştur. Özelikle, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz konularında Mavi Vatan doktinini benimseyen Türkiye, Libya ile yapılan anlaşma sonrası ve Tunus’un dolaylı destek vermesi ile  Kuzey Afrika ve Akdeniz bölgesinde etkinliğini artırması sonrası, Fransa ve İngiltere tarafından Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan ve bölgenin ikinci büyük ekonomik gücü olan Mısır’ın Türkiye karşıtı politikalar uygulanması tetiklenmiştir “Özellikle Fransa’nın bir milyondan fazla Cezayir halkını soykırım ile katletmesi ve Sudan’ın maden ve enerji kaynaklarının sömürülmeye devam edilmesi gibi sorunlar Türkiye tarafından rasyonel olarak Fransa ve Avrupa Birliği’ne yönelik dengeleyici hamle olarak kullanılmış ve Avrupa Birliği’ne karşı Libya, Tunus, Fas, Cezayir, Sudan ve 2013 yılında Mısır ile dondurulan ilişkiler 2021 yılında tekrar aktifleştirilerek var olan ekonomik, askerî ve savunma anlaşmalarının kapsamları artırılmıştır.” Bu doğrultuda, Türkiye’nin Libya üzerinden yeni denklem oluşturması sonrası, Fransa ve Almanya Suriye sorunu ve Doğu Akdeniz konusunda Türkiye’yi yalnızlaştırma politikalarına özel önem vermiş ve dolaylı olarak kendi çıkarları için Türkiye’ye karşı hasmane politikaları çok boyutlu olarak derinleştirilmiştir. Bu bağlamda ekonomik olarak ihracatının yarısından fazlasını Avrupa Birliği ülkelerine gerçekleştiren Türkiye Gümrük Birliği ve vize serbestisi gibi konularda da son yıllarda Avrupa ülkeleri tarafından baskı altına alınmak ile birlikte, Kafkasya’da Azerbaycan’ın Türkiye ile ortak politikası sonucunda Karabağ’ın Ermenistan’ın işgalinden kurtarılması sonrası, Fransa’nın Ermeni lobisine olan destekleri de artırmıştır. Özelikle Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin deniz yetki alanlarını tehdit etmek için Mısır ile anlaşması yine Fransa, İngiltere ve İtalya tarafından dolaylı olarak desteklenerek Türkiye’nin Akdeniz, Afrika ve Orta Doğu bölgesinde ki etkinliğini kırmaya yönelik bu tür girişimler artmaya da devam etmektedir.

STRATEJİK BİR KONUM: AFRİKA BOYNUZU ANLAMINDA TÜRKİYE VE AVRUPALI ÜLKELERİN REKABETİ

Orta Doğu, Avrupa, Akdeniz, Babel Mendep Boğazı, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu kıyısı güzergâhlarının stratejik olarak kesişim noktasında bulunan Somali, Cibuti, Etiyopya ve Eritre ülkeleri ile çevrelenmiş olan Afrika Boynuzu bölgesi ekonomik ve siyasi anlamda önemli jeopolitik ve jeoekonomik avantaj oluşturmaktadır. Öyle ki dünya ticaretinin %10’u, Avrupa ülkelerinin Doğu Asya kıtasına gerçekleştirdiği %40 oranındaki ekonomik kazanım faktörü olma özelliği ile Afrika Boynuzu ülkelerinin mevcut yapısal durumları bu özellikleri etkileyebilmektedir. Özelikle Afrika Boynuzu ülkelerinin sahip olduğu limanlar, askerî üsler ve deniz taşımacılığı bağlamında kara noktalarına alternatif oluşturması gibi öğeler bu bölgenin bölgesel ve küresel güçlerin oyun alanı haline gelmesini kolaylaştıran temel nedenler olmak ile birlikte, tüm bu bileşenler Türkiye’nin Afrika kıtasında manevra alanını genişletmesi anlamında Afrika Boynuzu politikalarını insani, askeri, ekonomik, siyasi ve diplomatik açıdan yükseltmesi gerektiğini ortaya çıkarmıştır. Bu doğrultuda, İtalya ve İngiltere’nin sömürge baskısı altında yaşayan Somali’de Türkiye’nin en büyük denizaşırı askeri üssünün bulunması bölge denklemlerini olumlu açıdan Türkiye lehine dönüştürmüştür. Bu bağlamda, 1960 yılında İngiltere’den bağımsızlığını kazanan ve Afrika Boynuzu’nun en uzun kıyı şeridine sahip olan Somali aynı zamanda Basra Körfezi’nden başlayarak Kızıldeniz’e ve Avrupa kıtasından Hint Okyanusuna ulaşan ticari gemilerin lojistik noktası olması bakımından da kilit öneme sahip olması ile beraber, Türkiye Somali özelinde İtalya ve İngiltere’nin dolaylı olarak genişleme politikalarını zayıflatmasında kaldıraç güç faktörü olmuştur. “Öyle ki  2011 yılında Somali devleti açısından ilk Afrika kökenli olmayan olarak nitelendirilen, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ziyareti sonrası dışa kapalı olan Somali yeniden dış dünyaya açılmış ve küresel güçlerin politikalarını yeniden dizayn etmesi gerektiği olgusu ortaya çıkarak, İngiltere ve İtalya’nın bloklayıcı hamlelerine rağmen Türkiye, TİKA ve THY aracılığıyla Somali’yi askeri, ekonomik, siyasi ve diplomatik anlamda kalkındırma hedefini başarı ile tamamlamıştır.” Bu kapsamda, Türkiye’nin 2016 yılında yurt dışında en büyük misyon temsilcilik kurumunu Somali’de açmış ve 2020 yılı itibariyle dış ticaret hacmi 300 milyon dolara yükselerek alt yapı, eğitim, turizm, inşaat ve savunma sanayi gibi alanlarda kolonyal sistemin yabancı şirketleri olan İngiltere ve İtalya’nın etkisi hafifletilmiştir. Diğer bir deyişle bu tip çarpan etkisi yüksek olan hamlelerden sonra Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Suriye ve Avrupa Birliği üyeliği gibi konularda İngiltere ve İtalya tarafından Türkiye’ye yönelik zaman zaman engelleyici politikaların uygulanması gerektiği hususunun ortaya çıkmasına da neden olmuştur. “Türkiye’nin 1926 yılında Afrika’daki ilk konsolosluk kurumunu açtığı ve Afrika Birliği Örgütü’nün merkezi olan ve aynı zamanda Çin’in Bir Kuşak Bir Yol projesinin en büyük ticari ortağı olma özelliğini taşıyan Etiyopya iç ve dış politika anlamında en büyük stratejik ortaklarını Türkiye, Çin ve Hindistan olarak belirlemiştir.” 1935 yılında İkinci Dünya Savaşı ile birlikte İtalya, Etiyopya’yı işgal ederek emperyalist düzenin yerleşmesini sağlamış ve günümüzde ki siyasi ve ekonomik düzenini kısmen de olsa sürdürme fırsatı bulmuştur. Bu anlamda, Türkiye’nin 200 Türk şirketi ve 2 milyar dolar ile sürekli olarak yatırım yaptığı Etiyopya, Türkiye için Somali’den sonra Afrika Boynuzu’nda İtalya’nın etkisine oranla, Çin’den sonra manevra alanını artırmaya devam eden ikinci ülke olma potansiyelini devam ettirmektedir. 1961 yılında Etiyopya’dan bağımsızlığını kazanan Eritre, Babel Mendep Boğazı ve Akdeniz’den Hint Okyanusuna kadar olan ticari geçiş yollarını kontrol etmesi bakımından, Türkiye için bölgede yumuşak güç yeteneği ile kalkındırılarak ortaklık seviyesine yükseltilmesi gereken bir diğer ülke olarak algılamasını gerektirmiştir. Başka bir ifadeyle, İtalya kolonileri olan Eritre ve Etiyopya’ya arasındaki sınır uyuşmazlıklarında İtalya’nın pasif çözüm üretme anlayışı ile politika uygulaması sonucu, Etiyopya devlet başkanı Türkiye’nin arabulucu aktör olması gerektiğini ifade ederek, İtalya’nın bölge üzerindeki imajının zedelenmesine neden olmak ile birlikte ve aynı zamanda da Türkiye’nin yükselen gücü için önemli bir basamak unsuru oluşturmuştur.1977 yılında Fransa’dan bağımsız olan Cibuti, Kızıldeniz ve Hint Okyanusunu birbirine bağlayan kesişim noktasında bulunması ile birlikte Orta Doğu petrol sahalarına yakın olması nedeniyle Fransa, İtalya, ABD, Çin, İspanya ve Almanya için hayati derecede öneme sahiptir. Başka bir deyişle, 2017 yılında Çin’in ilk deniz aşırı ve Afrika bölgesindeki tek çok amaçlı üssünü Cibuti’ye açması sonrası Türkiye ve Rusya da askeri üs açmak için diplomatik açıdan faaliyetlerini sürdürmektedirler. Özelikle Türkiye’nin Somali, Etiyopya’ya ve Eritre’de uyguladığı insan odaklı dış politikanın Cibuti’de de olumlu karşılanması sonrası Fransa’nın blokaj adımları Ege sorununda Yunanistan’ı ve Doğu Akdeniz bölgesinde ise Güney Kıbrıs Rum Kesimini Türkiye’ye karşı daha etkili desteklemesine neden olmuştur. Bu minvalde, Türkiye’nin kolonyal veya sömürge geçmişinin olmaması ve ortak üst kimlik olarak Afrika halkları ile Müslümanlık çatısı altında bütünleşmeleri gibi temel özellikler Türkiye’nin Afrika Boynuzu üzerindeki ikili ilişkilerini 2011 yılından sonra ekonomik, askerî, siyasi ve ticari olarak artırması ile hız kazanmış ve Avrupalı ülkeler olan Fransa, İngiltere ve İtalya’nın çok boyutlu olarak endişelenmelerine neden olmaktadır. “Dolayısıyla Türkiye’nin insan odaklı ve eşitliğe dayalı ekonomik, siyasi ve kalkınma modeli ile birlikte rasyonel ve kazan kazan politikalarını uygulaması nedeniyle, makro olarak Avrupa Birliği ülkelerinin Afrika ülkeleri üzerindeki tek taraflı çıkar kazanmaya yönelik stratejilerini zayıflamaya devam etmektedir ve Türkiye’nin benimsediği dış politika anlayışı yine Afrika ülkeleri için çıkış yolu olarak görülmek ile birlikte mikro anlamda ise Fransa ile İngiltere’nin kısmen de olsa güç kaybı sürmektedir.”

 

 

SONUÇ

1998 yılında “ Açılım Eylem Planı ile Türkiye Afrika kıtasına yönelik ilk kez dış politika anlayışı oluşturmuş” ve 2005 yılında ise 54 üyeli Afrika Birliği Örgütü’ne gözlemci üye olmasının yanında 2008 yılında ise Afrika Birliği Örgütü tarafından stratejik ortak olarak ilan edilerek bölge üzerinde artan gücüne ivme kazandırmıştır. 2010 yılında Orta Doğu bölgesini siyasi, toplumsal ve ekonomik açılardan etkileyen Arap Baharı sonrası, Afrikalı ülkelerin ortaya çıkabilecek iç çatışmalara karşı Avrupalı ülkelerden destek talep etmesine rağmen geri dönüşlerin olumsuz olması sonrası, Türkiye’nin bölge ülkeleri ile ilişkiler ağını genişletmesi için yeni fırsat oluşmuştur. Bu anlamda,  Afrika kıtasında genç nüfus oranının sürekli olarak artması ve pazarlama, ticaret, enerji, yeraltı kaynakları ve  deniz yollarının denetim noktasında bulunması gibi özellikler 21. Yüzyılın sonlarına doğru Afrika kıtasının küresel güçler için en önemli pazar ve ekonomik rekabet konumuna sahip olacağını iddia etmek gerekmektedir. “Diğer bir ifadeyle, Türkiye Afrika bölgesindeki neo-kolonyalist adımların Avrupa ülkeleri tarafından uygulanmasını eleştirmiş ve Afrika’nın Avrupa Birliği’ne ekonomik anlamda bağımlı olmasına da  karşı çıkarak, Libya ve Somali ekseninde Türkiye ve Fransa çekişmesi siyasi, askeri ve ekonomik olguların sahaya daha fazla uygulanmasını da beraberinde getirmiştir dolayısıyla,  Türkiye ve Fransa arasındaki güç gösterisine Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin katılması ile bağlantılı olarak rekabet odaklı manevra alanını ciddi anlamda artmaya devam etmektedir.” Bu nedenle,  Afrika kıtasında Avrupa Birliği’nin bloklayıcı tutumuna karşı Çin, ABD, Rusya ve Brezilya gibi küresel güçlerin Türkiye’yi körfez bölgesinde olduğu gibi Afrika’da da kilit aktör olarak nitelendirmesi manidardır. Bu bağlamda, hegomon güçlerin Afrika üzerindeki nüfuz kurma arayışları yerel halkın gelenek ve göreneklerinden, dillerinden, yaşam tarzlarından ve hatta uzun vadeli gelecek planlarından yoksun olmasına da neden olmaktadır. “Bu durum, Türkiye’nin kazan kazan politikası ile emperyalist amaç taşımayan iç ve dış politika hedeflerinin Afrika ülkeleri tarafından olumlu karşılanması ile birlikte Türkiye’ye daha fazla stratejik alan açmaktadır.” Başka bir deyişle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2020 yılında “Ülkemizin bu topraklara bakışı asla tek taraflı bir kazanç hevesinin ürünü değildir, olmamıştır. Biz birlikte üretmek, birlikte ilerlemek, birlikte zenginleşmek arzusundayız” yönündeki açıklaması bu hususları kanıtlayan en temel örnektir. Türkiye’nin en büyük üssü olan Somali’nin başkenti Mogadişu’daki askeri üssü, Afrika Boynuz’u ve Afrika’ya açılma stratejisi anlamında, Türkiye’nin rasyonel olarak attığı stratejik adımlardan en kapsayıcısı olmuştur. Bu anlamda, ilerleyen zamanlarda stratejik ve derin adımlara sahip olan bu tür girişimlerin pratiğe uygulanması konusunda daha fazla başarılı aktör olabilecek Türkiye’nin, Afrika ve Ortadoğu özelinde manevra alanının daha da genişleyeceğini belirtmek gerekmektedir. Özelikle Türkiye’nin bölge için barış, istikrar ve güvenlik bağlamında korumacı rol üstlenmesi, Fransa ve İngiltere’nin Afrika ülkeleri üzerindeki baskılarını da artırmasını sağlamıştır.  Bu minvalde, 15. Yüzyıldan başlayarak 1970’li yılara kadar sömürge sistemi ile Avrupa ülkeleri tarafından yönetilen Afrikalı ülkelerinin siyasi istikrarlığı koruma konusunda da başarılı olamadığını ve demokrasi veya insan haklarını koruma metodunu savunan Avrupalı güçlerin Kongo ve Cezayir’de uyguladıkları soykırım sonrası temel ilkeleri ile çelişmesi gibi faktörler yapısal anlamda Afrika kıtasının sürekli olarak geri kalmasına da neden olmuştur. “Bu bağlamda Afrika’nın yeniden kalkınması için kaldıraç güç yeteneğine sahip ve sömürge geçmişi olmayan devletlerin işbirliği yaparak bu modeli realist olarak pratiğe uygulaması gerektiği argümanına en uygun  aktör Türkiye olmak ile birlikte, bu anlamda Türkiye’nin Avrupa Birliği ve Afrika ülkeleri ile denge politikası  benimseyerek bu modelin uygulanması için yumuşak, sert ve akıllı güç kombinasyonlarını mutlaka artırması gerektiğini özellikle ifade etmek gerekmektedir.”

 

KAYNAKÇA:

 

1/   https://www.tccb.gov.tr/ozeldosyalar/afrika/etiyopya/ ( erişim tarihi: 12.05.21)

2/   https://www.mfa.gv.tr/turkiye-eritre-siyasi-iliskileri.tr.mfa  ( erişim tarihi: 12.05.21)

3/    https://www.mfa.gov.tr/turkiye-somali-siyasi-iliskileri.tr.mfa ( erişim tarihi: 12.05.21)

4/  https://www.mfa.gov.tr/turkiye-etiyopya-siyasi-iliskileri.tr.mfa( erişim tarihi: 12.05.21)

5/  https://www.mfa.gov.tr/turkiye-cibuti-siyasi-iliskileri.tr.mfa ( erişim tarihi: 12.05.21)

 

 

Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir