ABD,  Analiz,  Enerji,  Orta Doğu

Sistemik Bir Ayrım: Kuzey ve Güney

 

GİRİŞ

Uluslararası ilişkiler sistemini temelden etkileyen ve dönüşüm geçirmesini zorunlu kılan tarihsel kırılma noktaları incelendiğinde, bölgesel veya küresel düzeyde ortaya çıkan; savaş, barış, uyuşmazlık ve kriz gibi durumlarda, birey-devlet ve sistem modeli ekonomik, siyasi, askerî, ve psikolojik olarak değişim geçirebilmektedir. Bu doğrultuda, Birinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni dünya devletler sistemi ile birlikte Kuzey ve Güney ülkeleri arasındaki eşitsizliğin boyutu da yükselişe geçmiştir. Bu anlamda, zengin ve gelişmiş ülkeler olarak ön plana çıkan Kuzey devletleri ve bölgeleri; ABD, Kanada, Batı Avrupa ülkeleri ve Doğu Asya ülkeleri iken, Gelişmekte olan ve  kırılgan ekonomik yapıya sahip Güney ülkeleri ve bölgeleri ise; Afrika, Latin Amerika ülkeleri ve Ortadoğu olarak konumlanmaktadır. Bu bağlamda, Kuzey ve Merkez bölgesindeki ülkeler uluslararası sermaye akışının %80’ini yönetmekle birlikte, Güney ve Çevre ülkeleri ise sürekli artan ekonomik ve siyasi çıkarların temel taşı olarak kullanılmaktadırlar. 

 

AMERİKA KITASININ BİRİKİMİ: İSPANYA VE PORTEKİZ

 

1494 yılında Latin Amerika bölgesinin Güney’ini Portekiz’e, Kuzey’ini ise İspanya arasında bölen “Tordesillas Antlaşması” ile birlikte günümüze kadar gelen Kuzey ve Güney Amerika arasındaki eşitsiz koşulların kökleri derinleşmiştir. Öyle ki, 15. Yüzyılda başlayarak 18. Yüzyılın başlarına kadar Latin Amerika bölgesini sömürgecilik anlayışı ile kolonileştiren İspanya ve Portekiz, bölge üzerinde bulunan devletler üzerinde kültürel, siyasi, ekonomik ve tarihsel olarak dizaynlaştırma süreçlerini etkin bir şekilde pratiğe uygulamışlardır. Diğer bir ifadeyle, 1820’lerden itibaren bağımsızlıklarını kazanan Latin Amerika ülkeleri üzerinde oluşan İspanya ve Portekiz’in sömürge geçmişi, çok boyutlu olarak bölge devletlerinin günümüze kadar gelen zaman dilimlerinde kronikleşmiş sorunlar yaşamasını da beraberinde getirmiştir. Bu anlamda Brezilya, Arjantin, Şili, Peru ve Uruguay gibi ülkeler ile birlikte 15 diğer Latin Amerika ülkelerinde sürekli olarak yoksulluk ve darbeler ile gelen siyasi ve toplumsal kesintiler, devlet otoritesinin sarsılması sonrası ortaya çıkan kartelleşme yapıları nedeniyle katmanlaşan sosyal eşitsizlikler ve “bölgesel sistemde zorlu koşullar çerçevesinde var olma politikaları gibi durumlar karşısında en fazla olumsuz etkilenen odak noktası yine Amerika halkları olmuştur.” Bu kapsamda İspanya ve Portekiz tarafından yaklaşık 300 yıl sömürülen Latin Amerika ülkelerinin bu olumsuz mirası siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan belirlenen refah seviyesine ulaşma konusunda başarısızlığı getirmek ile birlikte, bölgesel çapta var olan ekonomik problemler ile belirlenen hedeflere ulaşma süreçlerini de olumsuz etkilemeye ve sorunların uzun vadede istikrarsız yapıya dönüşmesini de kolaylaştırmaya devam etmektedir.


 

YAPISAL SORUNLAR ANLAMINDA: GÜNEY AMERİKA

 

Latin Amerika bölgesinde 1980 yılından itibaren başlayan demokratikleşme hareketleri, 1990’lı yıllarda yükselişe geçmiş ve ilk etapta bölge genelinde liberal partiler iktidar olmuştur. Başka bir deyişle, ABD destekli liberal iktidarların bölge halklarının sorunlarını çözme konusunda yapısal reformları geliştirme yerine, var olan temel çıkarlarını korumaya yönelik hamleleri 10 yıllık süreçte sol yönetimli ideolojilerin güçlenmesini kolaylaştırmıştır. Bu açıdan incelendiğinde,1980 ve 1990 yılları arasında atılan zayıf adımlar nedeniyle ekonomik istikrarsızlık çözülmemek ile birlikte, sol eğilimli partilerin güçlenmesini ve 2000 yılından sonra kurumsal zayıflılıkların bölge ülkeleri üzerinde ciddi sorunları da beraberinde getirmesine neden olmuştur. Bu bağlamda, Latin Amerika bölgesinin genel yapısına bakıldığında ise, toplumsal ve siyasi düzeni sağlamak amacıyla güçlü yönetim geleneği doğrultusunda 1820’li yıllardan sonra gelen bağımsızlık anlayışı ile oluşturulan anayasalarda bile, “devlet başkanları güçlerini korurken yasama organları pasif kalmıştır.” Bu anlamda, “1820 ve 2017 yılları arasında 19 Latin Amerika ülkesinde 250’den fazla yeni anayasa oluşturulmasına rağmen, İspanya ve Portekiz sömürgeciliğin ardında bıraktığı ağır yüklü sistemik krizler giderilememiştir.” Latin Amerika’nın bölgesel lideri olan Brezilya ekonomik, sosyal ve askerî güç bakımından diğer ülkelere nazaran daha fazla etkin olmaya devam etmektedir ve  Şili, Peru, Uruguay ve Bolivya gibi ülkelerin de kalkınmaya yönelik hamleleri kısmen de olsa başarılı görünmektedir, ancak bölge ülkelerinin kendi aralarındaki sınır, su ve gerilla savaşlarının zaman zaman ortaya çıkması gibi nedenler, devlet yönetimlerini ve bölgesel dinamikleri zorlama kapasitesine de sahip olmaya devam etmektedir. Kuzey ve Güney Amerika bölgesindeki ekonomik, siyasi, teknolojik ve askerî eşitsizlik gibi temel bileşenler, “Güney Amerika halklarının demokratik sistemin işleyişindeki aksaklıklar, temsil yetersizliği ve kurumsal zayıflıklar, bölge üzerindeki yapısal sorunlar anlamında yolsuzluk, şiddet ve sosyoekonomik eşitsizliklerin derinliği arasında olduğu gibi toplumsal, ekonomik ve siyasal sorunlarda da iç içe geçmiştir.” Bu bağlamda, Latin Amerika’da toplumsal hareketlerin büyük kaosa sürüklenmesine örnek teşkil eden bazı olaylar incelediğinde; 2013 yılında Brezilya’da otobüs fiyatlarına yapılan zamlar nedeniyle ortaya çıkan şiddet olayları, Şili’de öğrencilerin eğitim ücretlerini protesto etmesi ile ortaya çıkan kaos ve Meksika’da halkın yaşadığı güvenlik sorunlarını sert eylemler ile mevcut hükümetlere karşı yansıtması gibi toplumsal taleplerin bastırılması, yapılan anayasa değişikliklerinin tam olarak benimsenmediğini göstermektedir. Dolayısıyla, toplumsal hoşnutsuzluğa ek olarak Birleşmiş Milletler Latin Amerika ve Karayipler ekonomik komisyonunun 2002 yılı verilerine göre Latin Amerika nüfusunun %48 oranında fakirlik sınırı altında yaşadığı ve bu oranın 2014 yılı itibariyle düşüşe geçmesine rağmen, 2015 yılından sonra tekrar yükselişe geçtiğini ortaya çıkarmıştır, bu durum yapısal sorunların çözüm yollarını tıkayan yeni krizlerin ortaya çıkabileceğine yönelik ipuçları vermektedir.

 

 

 

LATİN AMERİKA BAĞLAMINDA: VENEZUELA VE KÜBA

 

Latin Amerika bölgesinde sosyalist ideoloji ile yönetilen Venezuela, Bolivya ve Küba gibi ülkelerin ekonomik kalkınma, reform politikalarını uygulama, sosyal eşitsizlikleri giderme, yoksulluk ve rüşvet ile mücadele gibi alanlarda devlet otoritesinin tam olarak kullanılmasının önünde set oluşturan gücün ABD olması, tarihsel düşmanlıkların farklı şekillere bürünmesini sağlamaktadır. Bu bağlamda, Venezuela Ulusal Meclis Başkanı Juan Guaido’nun kendisini Venezuela’nın geçici devlet başkanı ilan etmesi üzerine, Trump liderliğindeki ABD yönetimi ve 50 ülke daha Guaido’yu başkan olarak tanımış ve ülkenin erken seçimlere gitmesi için talepte bulunmuştur. Bu anlamda, Bolivarcı ve Hugo Chavez geleneği ile bütünleşen Venezuela halkı ve silahlı kuvvetleri yaşanan tüm olumsuz sonuçlara rağmen, günümüzde de devlet başkanı olan Nicolas Maduro’nun öncülüğünde bu darbe girişimini bastırmıştır. “Dolayısıyla, Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro’yu destekleyen ülkeler incelediğinde ise; Türkiye, Çin, Rusya, Küba, Kuzey Kore ve İran gibi ülkelerinin siyasi, ekonomik ve diplomatik destekleri ile bölgede ABD hegomonyasına karşı politika üretmeye çalışan Venezuela ve Küba devletleri  küresel güçlerin desteklerine rağmen, yine ABD tarafından baskı altına alınmaya devam edilmektedir.” 18 Ekim 1962 yılında başlayan ve 28 Ekim 1962 tarihinde sona eren Küba krizi, Soğuk Savaş yıllarında dönemin iki kutup lideri olan ABD ve Sovyetler Birliği’nin nükleer savaşın eşiğine getirme anlamında da önemini korumaktadır. Öyle ki, Sovyetler Birliği’nin ABD’nin gücünü kırma anlamında Küba ya yerleştirdiği Nükleer başlıklı füzelere karşı, ABD nin de Sovyetler Birliği’ne göz dağı vermek için Türkiye’ye konumlandırdığı nükleer başlıklı Jüpiter füzeleri ile, iki süper güç ile birlikte Türkiye ve Küba’nında savaşın eşiğine gelme ve yok olma tehlikesini atlattıkları unutulmamalıdır. Küba ve Venezuela’nın geçmişten gelen tarihi birikimlerini uygulanma noktasında oluşturduğu politikalar, ABD tarafından bir tehdit olarak görülmeye devam edilmektedir. Öyle ki, OPEC üyesi olan Venezuela’nın sahip olduğu enerji kaynaklarını etkin ve verimli kullanma konusunda en büyük blokaj güç olan ABD, yine Küba ya uyguladığı Ambargo ile bu iki ülkenin refah seviyesine ulaşmalarını engellemektedir. “Bu bağlamda, sosyalist yönetime sahip olan Venezuela ve Küba’nın ABD’nin hasım güç olarak tanımladığı Rusya ve Çin tarafından yoğun şekilde desteklenmeleri ve iki ülke içerisindeki çıkar değişkenliklerinin getirdiği sorumluluklar ile beraber, Güney Amerika bölgesinde yine her iki devletin izole kalmasını kolaylaştırmaya devam etmektedir”.

 

 

KUZEY AMERİKA ÖZELİNDE: ABD VE KANADA

 

“ABD’nin arka bahçesi anlayışını oluşturan Güney Amerika bölgesinin istikrarsız sendromu, Kuzey ülkeleri tarafından iç ve dış politika aracı haline dönüştürülerek ekonomik, siyasi, sosyal ve askerî açıdan bir baskı aracı olarak da kullanılmaya devam edilmektedir. ”Bu doğrultuda, zengin ve gelişmiş ülkeler olan ABD ve Kanada sahip oldukları üretim, alt yapı ve ham madde tedarikçisi olma özelliklerini Güney ülkeleri olan Brezilya, Bolivya, Venezuela, Peru, Şili ve Kolombiya gibi ülkeler aracılığıyla sürekli olarak artırmaktadırlar.“ Bu perspektiften bakıldığında, Kuzeyin zengin ve gelişmiş konumuna karşın, Güney’in fakir ve gelişmekte olan yapısı, aynı bölge üzerinde olan bu iki derin ayrımın vücut bulmasını ilginç kılmaktadır.” Öyle ki, Kuzey  ülkeleri olan ABD ve Kanada’nın toplam ekonomik güçleri 20 trilyon doları geçmekle birlikte, dünya ekonomisinin %25’ine de tekabül etmektedir. Güney Amerika ülkelerinin ise bölgesel ve küresel alanda birçok fonksiyona sahip örgütlere üye olmalarına rağmen, Brezilya hariç diğer ülkelerin kalkınma seviyeleri düşük seyretmeye devam etmek ile birlikte alt yapı, teknolojik yeniliklere sahip olma ve sahip oldukları maden kaynaklarını kullanma gibi alanlarda da yeterli düzeye ulaşamamıştır. Bu bağlamda, Kuzey Amerika ülkeleri olan ABD, Kanada ve Meksika arasında 1 Ocak 1994 yılında imzalanan Kuzey Amerika serbest ticaret antlaşması (NAFTA) ile bu üç ülke arasında ticaret hacmi 600 milyar doları aşmıştır.” Bu anlamda Güney Amerika bölgesinin yükselen gücü olan Brezilya’nın bile, bu antlaşma dışına itilmesi Kuzey ve Güney ayrımı arasındaki derin eşitsizliği göstermesi bakımından örnek teşkil etmektedir.”

 

 

 

TÜRKİYE’NİN GÜNEY AMERİKA POLİTİKASI

 

Türkiye’nin bölgesel ve küresel alanda yeni açılma stratejilerini politika haline getirme hedefleri İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kuzey ve Güney Amerika bölgesindeki ülkelere de  yansımıştır. Bu anlamda, Türkiye’nin bağımsızlığını tanıyan ilk Latin Amerika ülkesi olan Şili ile 2011 yılında serbest ticaret anlaşması imzalanmış ve Türkiye’nin Karayip bölgesine açılma anlamında önemli role sahip Peru ile çok fonksiyonlu ilişkiler geliştirilmiştir. Diğer bir ifadeyle, Türkiye 1926 yılında Uruguay ile dostluk antlaşması ve 1996 yılında vize muafiyeti anlaşması imzalamıştır. Bu bağlamda, Türkiye’nin bölgeye yönelik adımları özellikle 2005 yılından sonra artış göstermiş ve Ekvator, Kolombiya, Meksika ve Peru ile Serbest ticaret anlaşması imzalanması gündeme gelmiş ve Karayip Topluluğu (CARICOM), Güney Ortak Pazarı (MERCOSUR) ve Pasifik İttifakı gibi ekonomik bütünleşmeyi ve ortak Pazar kurmayı hedefleyen bölgesel örgütler ile  de çok kapsamlı serbest ticaret anlaşması imzalanması için yoğun diplomatik girişimler başlatılmıştır. Bu çerçevede Türkiye, 1998 yılında Amerikan Devletleri Örgütü’ne (OAS), 2000 yılında Karayip Devletleri Birliği’ne (ACS) ve 2013 yılında ise Pasifik İttifakı’na gözlemci üye olarak kabul edilmiştir. Başka bir deyişle,  Türkiye’nin diğer bölgelerde olduğu gibi Latin Amerika bölgesinde de Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) ile Güney Amerika bölgesine yönelik 2012-2017 yılları arasında Eğitim, Sağlık ve İnsani Yardımlar gibi alanlarda 127 proje ile faaliyet gerçekleştirerek, “Türkiye’nin yumuşak güç kapasitesini bölge üzerinde artıran, çok işlevli bir kurum haline gelmiştir.”

 

SONUÇ:

1824 yılında ABD’nin tüm dünyadan ve Amerika kıtasından kendini izole etme stratejisi olan Monroe Doktrini ile birlikte, Amerika’n kıtasının Güney ve Kuzey bölgeleri arasındaki uçurum daha fazla hissedilmiştir. Bu doğrultuda, 1930’lu yıllardan sonra ABD’nin tekrar uluslararası sistemde etkinlik göstermesi ile birlikte, Güney Amerika ülkeleri üzerindeki baskı da yeni boyutlara evrilmiştir. “Bu anlamda, ABD’nin bölgede kaldıraç güç olması nedeniyle Latin Amerika ülkelerinin devlet yönetimi, ekonomik model, toplumsal ve siyasi düzeni sağlama noktasında yine ABD’yi rol model almalarına karşın, pratik uygulamada bu hedefler başarısız olmaktadır.” Latin Amerika’nın ekonomik ve siyasal olarak bölgesel lideri olan ve aynı zamanda BRICS  üyesi olan Brezilya, kimlik bunalımını aşma konusunda diğer ülkelere nazaran daha fazla başarılı olmuştur. Başka bir deyişle, Fransa’nın en büyük deniz aşırı toprağı olan “ Fransız Guyanası”, ve Hollanda’ya bağlı “Surinam Bölgesi” Güney Amerika bölgesi üzerinde bu iki devletinde söz sahibi olmasını beraberinde getirmiş ve bu bölge halklarının kimlik inşa süreçleri zorlaştırılmıştır. Bu kapsamda, Soğuk Savaş döneminde ABD ve  Sovyetler Birliği’ni karşı karşıya getiren Küba ve Bolivya, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası ABD’nin yeni dizayn politikalarının zemini haline gelmiştir. Bu bağlamda; Venezuela, Kolombiya, Ekvador ve Panama’dan oluşan “Büyük Kolombiya” devletinin lideri olan ve dolayısıyla İspanya ve Portekiz’e karşı Güney Amerika ülkelerinin ilk bağımsızlık mücadelesini gösteren Simon Bolivar’ın mirası, büyük Kolombiya devletinin üyelerinin geleneksel yapısını ABD’ye karşı politika üretmeye sürüklemiş ve bu durum ABD’nin bölgede güçlenmesine karşın politik çıkarlarının temel faktörü oluşturmuştur. 1492 yılında Amerika kıtasına yönelik ilk işgal politikalarını başlatan İspanya ve Portekiz in bölgedeki tampon ülkesi olan Uruguay, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin geçici üyesi olmak ile birlikte, demokrasi ve insan hakları anlamında da bölgede güçlü konumunu sürdürmektedir. Dolayısıyla, Brezilya ile birlikte Uruguay’ın da istikrarlı yapısı ilerleyen zamanlarda bölgesel denklemlerin değişmesi ile birlikte, bu iki ülkenin daha fazla etkili aktör olabileceklerini iddia etmek mümkündür. 2008 yılında ABD’de çıkan küresel finansal kriz, Amerika kıtasını olumsuz etkilemiş ve bölge ülkelerinin sol yönetimli liderlerinin işbirliği anlayışları da güçlenmiştir. Bu anlamda, bu tip krizler sonrası yeniden inşa sürecine geçiş aşamasında, bölge devletlerinin ortak çıkarlar temelinde politikalar üretmesi hayati derecede önemlidir. “Türkiye’nin Amerika kıtasına yönelik kapsayıcı ilkeleri doğrultusunda, ticaret hacmini artırması ve bölge ülkeleri ile manevra kabiliyetinin daha fazla genişletilmesi gerektiğini özellikle ifade etmek gerekmektedir.” Küresel kapitalist sistem, zengin ve gelişmiş devletleri “Merkez veya Kuzey” bölgelerinde hayat bulmasını kolaylaştırırken, gelişmekte olan ve kırılgan ekonomik yapıya sahip  “Çevre veya Güney” devletlerini de çok boyutlu sistemik krizler ile yalnız bırakmaktadır. Bu bağlamda, Güney ve Çevre ülkelerinin, Merkez ve Kuzey ülkeleri tarafından dışlanma politikalarının olumsuz sonuçları, yine Güney ve Çevre ülkelerinin ortak işbirliği anlayışı çerçevesinde bütünlük sağlamaları ile hafifletilebilecektir. Bu minvalde, COVİD-19 salgının beraberinde getirdiği ağır sonuçlar kapsamında, uluslararası sisteme de liderlik yapacak bir aktörün ortaya çıkmaması ve krizin ABD, AB ve BM tarafından kontrol altına alınmak yerine, dünyayı salgın ile birlikte kendi kaderlerine terk edilmesi durumu, bölgesel ve küresel düzeyde krizin derinleşmesini de beraberinde getirmiş ve Kuzey- Güney, Merkez- Çevre ayrımının katmanlaşmasını da arttırdığını özellikle belirtmek gerekmektedir.

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA:

 

1/ Mehmet Emin Erendor, uluslararası güncel sorunlar, Nobel yayınları, Ankara, 2018s- 128-132

2/ Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, İstanbul, Der yayınları,2017 s- 200-202

3/ Paul R. Vıottı, Mark V.Kauppı, Uluslararası İlişkiler ve Dünya Siyaseti, Nobel Yayınları, 2017, s-170-180

4/ http://www.mfa.gov.tr/i_-turkiye_nin-latin-amerika-ve-karayiplere-yonelik-politikasi-ve-bolge-ulkeleri-ile-iliskileri.tr.mfa  (erişim tarihi: 19.02.2021)

5/ Birleşmiş Milletler internet sitesi  ( erişim tarihi: 15.02.2021)

Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir