Analiz,  Genel

KİTAB-I DEDEM KORKUD ALÂ LİSAN-I TÂİFE-İ OĞUZHÂN ÜZERİNE GENEL BİR BAKIŞ

Mehmet Fuat Köprülü’nün “Bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut’u öbür gözüne koysanız Dede Korkut yine ağır basar.” Sözü Dede Korkut Kitabı’nın önemini ortaya koymak açısından oldukça önemlidir. Peki Dede Korkut Kitabı niçin önemlidir ve Dede Korkut kimdir? Bu soruların cevabını Dede Korkut Kitabıyla ilgili yapılmış çalışmalardan hareketle vermeye çalışacağız.

Dede Korkut Kitabı bir önsöz ve on üç hikâyeden oluşmaktadır. Bu önsözde Dede Korkut şöyle tanıtılmıştır: “Hazret-i Resul aleyhi’s-selam zamanına yakın Bayat boyundan Korkut Ata derler, bir er çıktı, Oğuzun o kişi tamam bilicisiydi. Oğuzun içinde tamam velayeti zâhir olmuştu, ne derse olurdu. Gayipten türlü haber söylerdi, Hâk Teâla onun gönlüne ilham verdi.” Bundan anlaşılacağı üzere Dede Korkut; destanlarda ve siyasi tarihte yöneticiye ya da topluma yol gösteren, sorunlarda çözüm üreten, Allah tarafından bazı olağanüstü özelliklere sahip bir bilge kişidir.  Gelecekten haber vermesi hem İslamiyet’teki velî hem de İslamiyet öncesindeki şaman, ozan tipiyle özdeşleşmektedir. Hikâyelerde soylama adı verilen manzum kısımları söylemesi şairlik yönün olduğunun da apaçık göstergesidir. Orhan Şaik Gökyay ise Dede Korkut’u biraz daha detaylandırarak şöyle demiştir: “Bayat boyundan olup Kara Hoca’nın oğludur. Çok akıllı, hâkim ve keramet sahibi olmuştur. 295 yıl yaşamıştır.Dede Korkut hikâyelerin yazarı değil, hikâyelerde boy boylayan soy soylayan bilge kişidir.

Hikâyelerin kabul edilen yazıya geçiş tarihi 15. yy ikinci yarısıdır. Yer ise Akkoyunların hüküm sürdüğü, bugünkü Kars- Erzurum dolaylarıdır. Dede Korkut Kitabı’nın bilinen üçnüshası vardır: Dresden Krallık Kütüphanesinde yer alan,Vatikan Kütüphanesinde yer alan nüsha ve Türkmen Sahra Nüshası.  İkinci yazmada 6 hikâye yer almaktadır. Bu da bize 12 hikâyenin yer aldığı yazmanın da eksik olabileceğini gösterir. Nitekim birçok araştırmacı Dede Korkut Hikâyelerinin daha büyük bir destanın parçaları olabileceğini ileri sürmüştür. Bu iddiaları kanıtlar nitelikte 25 Nisan 2019 yılında Dünya Kültür Mirası Dede Korkut Uluslararası Sempozyumu’nda Prof. Dr. Metin Ekici on üçüncü hikâyeyi ilim camiasına duyurdu. 61 sayfalık bu nüsha Vatikan Nüshasından daha eski olarak 14. yüzyıla aittir. On üçüncü hikâyenin adı ise “Salur Kazan’ın Ejderhayı Öldürmesi”dir. .Diğer 12 hikâyenin adları ise şunlardır:

1. Dirse Han Oğlu Boğaç Han Boyu
2. Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Boyu
3. Bay Büre Bey Oğlu Bamsı Beyrek Boyu
4. Kazan Beyin Oğlu Uruz Beyin Tutsak Olduğu Boyu
5. Duha Koca – Oğlu Deli Dumrul Boyu
6. Kanlı Koca- Oğlu Kanturalı Boyu
7. Kazılık Koca – Oğlu Yegenek Boyu
8. Basat’ın Tepegöz’ü Öldürüdüğü Boyu
9. Begil- Oğlu Emre’nin Boyu
10. Uşun Koca- Oğlu Segrek Boyu
11. Salur Kazan’ın Tutsak Olup Oğlu Uruz’un Çıkardığı Boyu
12. İç- Oğuz’a Dış –  Oğuz Asi Olup Beyrek’in Öldürdüğü Boyu

Dresden Yazması ilk olarak Kilisli Muallim Rıfatyayımlamıştır (1916). Bunun ardı sıra Azerbaycan ve Türkiye’de yayınlar devam etmiştir. Vatikan Nüshasını ise Ettore Rossi 1950 yılında bilim dünyasına duyurmuştur.

Türkiye’de Dede Korkut üzerine birçok yayın yapılmıştır, fakat bunların esas yararlandıkları kaynaklar Orhan Şaik Gökyay ve Muharrem Ergin’in Dede Korkut Hikâyeleri çalışmalarıdır.

Dede Korkut Kitabında dil ve üslup Türk edebiyatında destandan halk hikâyesine geçişin örneğidir. Hikâyelerde olay örgüsü verilirken nesir, konuşmalarda ve Dede Korkut’un soylamalarında nazım kullanıldığı görülür. Bu halk hikâyelerinin en önemli özelliğidir. Diğer taraftan bazı kalıp ifadelerle zamanın destandaki gibi hızla geçmesi, aşktan çok kahramanlık tasvirlerinin fazla olması ise destansı özellik gösterir. Cahit Öztelli’ye göre manzume yoktur, Muharrem Ergin’e göre manzume var, fakat manzumelerde vezin yok. Ergin ve Gökyay’a göre Dede Korkuttaki manzumeler serbest nazım örnekleridir.  Ali Berat Alptekin ise Osman Fikri Sertkaya’nın görüşüne katılmıştır: “Bunların hepsi yanlıştır.  Metinler dinleyenlerin aklında kaldığı kadar zapta geçildiği için kelime ve ekler atlanmış, böylece hece vezni bazen de mısralar atlanarak dörtlük sayısı bozulmuştur.

Dede Korkut Kitabında ahenk manzumelerin yanı sıra formel kalıplarla da sağlanmıştır. Bu formel kalıpları Ali Berat Alptekin üç başlık altında toplamıştır: Hikayelerin başında, ortasında ve sonunda. Bu şekilde hikâyelerde üslup açısında birliktelik sağlanmıştır.

Dil Azerbaycan Türkçesi özelliklerini göstermekle birlikte bugünkü konuşulan ve yazılan Azerbaycan Türkçesiyle karşılaştırıldığı zaman kitabın taşıdığı bütün dil özelliklerinin bu şiveye ait olduğunu söyleyemiyoruz. Bunun yanı sıra Kıpçak Türkçesi olmak üzere öteki boyların dillerinden geçmiş ya da Moğolca kelimelerin bulunması yadırganmaz.

Dede Korkut Kitabındaki mecazlar, atasözleri, şekil özellikleri bir kişiye ait özellikler değil bir milletin kullandığı dil ve üslubun yansımasıdır. Tüm araştırmacıların birleştiği ortak kanı budur: “Dede Korkut bir milletin ürünüdür.”

Dede Korkut Hikayelerinde coğrafya ise Azerbaycan, Gürcistan, Kafkasya ve Oğuz ilidir. Şehirler ise Sürmelü, Şiregüven, Akça Kale, Trabzon, Cızıglar, Derbend, Hamid, Mardin, Bayburt gibi bugün de haritada adı belli şehir ve kasabalardır.  Dağlar, ormanlar, nehirler ve göller de Aglagan, Akorman, Aygır Gözler Suyu, Kazılık Dağı, Karadağ gibi yerlerdir. Tüm bu mekânlardan başka beylerin oturduğu, toy düzenlediği çadır tasvirleri oldukça geniş yer tutar. Çünkü çadır göçebe yaşam tarzında gücün sembolüdür. Dışa dönük insan tipinin yer aldığı Dede Korkut Hikâyelerinde mekân da buna bağlı olarak geniştir. Oğuz Kağandaki gibi güneş bayrak, gök çadırdır.

Kişilerin başında Kazan Han ve Bayundur Han gelmektedir. Ama asıl kişi Dede Korkuttur. Bütün hikâyelerde çeşitli ortak kahramanlar olsa da değişmeyen tek kişi Dede Korkuttur. Bunun yanı sıra destanlarımızdaki kahramanlarımızla birçok ortak özelliğe sahip kahraman bulunmaktadır. Bunlar hiç şüphesiz “alp tipi”nin birer örneğidir. Daha sonraki dönemlerde ise halk hikâyelerimizdeki kahramanlarda da Dede Korkuttaki kahramanların izlerini görürüz. Aşık Garip, Latif Şah gibi hikâyelerde Dede Korkut Kitabının izleri görülmektedir. Dede Korkuttaki alp tipi İslamiyetin etkisiyle yavaş yavaş veli tipine dönmektedir. Burada kahramanlar artık güçlerinin her şeye yetmeyeceğini, kendilerinden güçlü bir Allah’ın olduğunu kabul etmişlerdir. Alp tipinin yetişme ortamı, bir erkeğin topluma kabul edilmesi için bir kahramanlık yapması gerektiği tüm hikâyelerde vurgulanmıştır. Kadınlar da tıpkı erkekler gibi güçlü ve savaşçıdır. En bilinenleri Banu Çiçek ve Selcen Hatun’dur. Onlar erkekler ile yarışacak kadar kahramandır.  Ayrıca Dede Korkut önsözünde 4 kadın tipinde bahseder: “Dede Korkut dilinden ozan der: Karılar dört türlüdür. Birisi solduran soptur. Birisi dolduran toptur. Birisi evin dayağıdır. Birisi ne dersen bayağıdır.

Ozan, evin dayağı odur ki kırdan yabandan eve bir misafir gelse, kocası evde olmasa, o onu yedirir içirir, ağırlar azizler gönderir. O Ayişe, Fatıma soyundandır hanım. Onun bebekleri yetişsin. Ocağına bunun gibi kadın gelsin.

Geldik o ki solduran soptur… Sabahleyin yerinden kalkar, elini yüzünü yıkamadan dokuz bazlama ile bir külek yoğurt bekler, doyuncaya kadar tıka basa yer, elini böğrüne koyar, der: Bu evi harap olası kocaya varalıdan beri daha karnım doymadı, yüzüm gülmedi, ayağım pabuç, yüzüm yaşmak görmedi der, ah nolaydı, bu öleydi, birine daha varaydım, umduğumdan daha uygun olaydı der. Onun gibisinin, hanım, bebekleri yetişmesin. Ocağına bunun gibi kadın gelmesin.

Geldik o ki dolduran toptur… Dürtükleyince yerinden kalktı, elini yüzünü yıkamadan obanın o ucundan bu ucuna, bu ucundan o ucuna çırpıştırdı, dedikodu yaptı, kapı dinledi, öğleye kadar gezdi; öğleden sonra evine geldi, gördü ki hırsız köpek, büyük dana evini birbirine katmış, tavuk kümesine sığır damına dönmüş; komşularına seslenir ki: kız Zeliha, Zübeyde, Ürüveyde, Can Kız, Can Paşa, Ayna Melek, Kutlu Melek ölmeğe yitmeğe gitmemiştim, yatacak yerim gene bu harap olası idi, nolaydı benim evime birazcık bakaydınız, komşu hakkı Tanrı hakkı diye söyler. Bunun gibisinin, hanım, bebekleri yetişmesin. Ocağına bunun gibi kadın gelmesin.

Geldik o ki ne kadar dersen bayağıdır: Uzak kırdan yabandan bir edepli misafir gelse, kocası evde olsa, ona dese ki: kalk ekmek getir yiyelim, bu da yesin dese, pişmiş ekmeğin bekası olmaz, yemek gerektir; kadın der: Neyleyeyim, bu yıkılacak evde un yok elek yok, deve değirmeninden gelmedi der; ne gelirse benim kalçama gelsin diye elini arkasına vurur, yönünü öteye kalçasını kocasına döndürür; bir söylersen birisini koymaz, kocasının sözünü kulağına koymaz. O Nuh peygamberin eşeği asıllıdır. Ondan da sizi, hanım, Allah saklasın. Ocağına bunun gibi kadın gelmesin.”

Burada kadının iyisi ve kötüsünün özelliklerini sıralar.  Dede Korkut, kadın veya erkek ideal Türk insan tipini ortaya koymaya çalışmıştır.

Dede Korkut’ta insanlar kadar hayvanlar da önemli yer tutar. Her zaman olduğu gibi at kahramanın yardımcısı, en yakın dostudur. Metin Türktaş’ın makalesinde hayvanlar ayrıntılı olarak incelenmiştir. Kanatlı hayvanlar, büyükbaş evcil hayvanlar, küçükbaş evcil hayvanlar ve asalak tarzındaki hayvanlar ele alınmıştır. Hayvancılıkla geçinen atlı-göçebe bir toplumun en büyük izlerini bulduğumuz Dede Korkut kitabında hayvanların yer tutmamasına şaşmamak gerek.

Bunlardan başka olağanüstü özellikler gösteren canlılar da vardır. Bunlar toplumun başına dert olmuş tiplerdir. Tepegöz, Eski Yunanlıların Siklop efsanesini hatırlatır. Oysaki Diez, Tepegöz’ün Siklop’tan daha eski olduğunu, Yunanlıların Tepegöz’den etkilediğini söyler.

   Sonuç olarak Dede Korkut Kitabındaki kişiler toplumdan bağımsız düşünülemez. Nasıl ki Oğuz Kağan Türk toplumun bir yansıması ise Dede Korkut Hikâyelerindeki kahramanlar ve Dede Korkut atlı-göçebe yaşam tarzından İslamiyet ile birlikte yavaş yavaş yerleşik hayata geçen Türk toplumunun bir yansımasıdır.

Dede Korkut Hikâyelerinde tarih bazı hikâyelerde belli belirsizken bazılarında bellidir. Coğrafya adlarından hareketle Oğuzların daha Türkistan’dan ayrılmadıklarını bir zamana ait olduğunu gösteriyor. Batı’ya gelirken bu hikâyelerdeki isimler mahallileştiğinden zamanda bir karmaşa ortaya çıkmıştır. Genel olarak Dede Korkut Hikâyeleri 9 ve 11. Yüzyıllarda geçmiş olabileceğini söyleyebiliriz.

Dede Korkut Hikâyelerinde inanış motifleri ikiye ayrılabilir. Bunlardan ilki İslamiyet ile ilgili motiflerdir. Dede Korkutun velayet soyundan olması, duası ile keramet göstermesi menakıpnameleri andırmaktadır. İkincisi ise kültlerle ilgili motiflerdir. Bunların başlıcaları dağ, su ve ağaçtır. Oğuzlar inanç olarak tamamen Müslüman olmuşlardı. Fakat kültürel olarak hala Şamanizm ile karışmış Gök Tanrı inancındaydılar. Türk’ün dünya görüşünde dağ ne Tanrıdır, ne de Tanrısal. O ancak, yeryüzünde Tanrı’nın bazı sıfatlarını sembolize eden, inancı tamamlayan, Tanrı’nın tezahüründe rol oynayan; fakat asla tapılmayan bir varlıktır. Bu yüzden bu motiflere İslamî kılıflar uydurmuşlardır. Aslında onlar için hala kutsal olan ağacın, suyun ve dağın kendisidir fakat; İslamiyet kabul edildiği için bununla özdeşleştirerek bu motifler hikâyelerde yer almıştır.

Unutulmaması gereken başka bir husus da Türk toplumunda tek eşliliğin olmasının Dede Korkut Hikâyelerinde aynen yansımasıdır. Hikâyelerde kahramanlarımız tek eşlidir. Evlilik dünür gitme ile olmaktadır.

Toparlamak gerekirse Dede Korkut Kitabı üzerine birçok araştırma yapılmış, yapılmaya da devam etmektedir. Fuat Köprülü’nün dediği gibi çok önemli bir eser olmasından dolayı edebiyat araştırmacılarının titizlikte üzerinde durduğu bir deryadır.

Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir