Analiz,  Genel,  Kadir Kaan Güler'in Yazıları

FIRAT KALKANI VE ZEYTİN DALI HAREKATLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Türkiye, 1984 yılında Siirt’in Eruh ilçesinde yaptığı saldırıyla ayrılıkçı terör örgütü PKK ile tanıştı. PKK, 1980 öncesi dönemlerde de Marksist-Leninist terör grupları içinde tohumlarını barındırıyorsa da hükumet yetkililerinin zaaflarından faydalanarak etkinliğini gitgide pekiştirdi. Hatta 1980’li yılların ortasına doğru bile terör örgütü yeterince ciddiye alınmadığı için önlemler gerektiği gibi alınmamıştır. Dış güçlerin de gerek ekonomik, gerek lojistik gerekse de psikolojik desteğini alan terör örgütü, etkinliğini yurt içinde ve Suriye-Irak sınırında sürdürdü. 1990’lı yıllara gelirken Irak’ta ve İran’da, 2000’li yılların ortalarından itibaren ise Suriye’de PKK ile ilişikli örgütler ortaya çıkmaya başladı. Bu yazıda asıl olarak Suriye’de kargaşadan faydalanarak ortaya çıkan YPG’nin, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Akdeniz’e ulaşarak dört parçalı Kürdistan’ı kurma idealine karşı Türk Silahlı Kuvvetlerinin yapmış olduğu hamlelerin jeopolitik nedenleri ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Dört parçalı Kürdistan hedeflemesine geçmeden evvel bu düşüncenin ideolojik kökenlerine eğilmek gerekmektedir. Teröristbaşı, bebek katili Öcalan’ın ifadelerinden ve 2011 yılında toplanan ve “Demokratik Toplum Kongresi” adı verilen güruhun beyannamesinden anlaşılacağı üzere, dört parçalı Kürdistan düşüncesi Murray Bookchin’in fikri önderliğini yaptığı Konfederalizm fikrine dayanmaktadır. Buna göre Suriye, Irak, İran ve Türkiye’de belirli toprak parçaları üzerinde “demokratik özerklik”e dayalı bir sistem kurulacaktır. Her bölge kendi yöneticilerini mahalli yapılardan bölgesel yapılara, oradan da konfederal yapılara kadar kendisi seçecektir.[1]

Bu düşünce temelde ulus-devlet yapısının tam zıttında yer aldığı için, bölgedeki ulus-devlet yapılanmasının aşındırılması en öncelikli hedef olmuştur. Bu bağlamda Graham Fuller tarafından daha 1998 yılında kaleme alınan “Türkiye’nin Kürt Meselesi” olarak Türkçe’ye çevrilen eserin incelenmesi mühimdir. Nitekim 2008-2015 yılları arasında sürdürülen adına “Demokratik Çözüm”, “Barış Süreci” ve “Çözüm Süreci” denilen döneme bakıldığında, yapılanların birçoğunun Fuller’in eserleriyle özdeşleştiği görülmektedir. Kendisi de bir istihbaratçı olan Abrowits tarafından yazılan önsözde kitabının amaçları şöyle sıralanmaktadır: “ (1) Ülkenin mevcut sınırları içerisinde yasal bir Kürt kimliğini ortaya koyan, (2) Güneydoğu’daki mevcut askeri yaklaşımı çarpıcı bir biçimde azaltan veya değiştiren, (3) Kürt siyasi partilerini taciz etmek veya kapatmak yerine koruyan, (4) Kürtlerin kendi dillerinde eğitim almalarına imkan veren ve  (5) merkezi idareden yerel idareye geçen bir çözüm”[2] Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in bütün varlığıyla karşısında yer aldığı “Çözü(l)m(e) Süreci” hatırlandığında, yukarıda sayılanların teker teker gerçekleştirilmek istendiği görülecektir.

Bu yazının amacı “Çözüm Süreci”nin bir kritiğini yapmak olmamakla birlikte, Suriye’de PKK yapılanmasının önünü açan ve terör örgütünü orada güçlendiren etmenlerin irdelenmesini gerektiğini belirtmektir. Zira 2017 yılında Florida Merkez Üniversitesi’nde en başarılı tez unvanını alan Grayson Lanza’nın yazmış olduğu “Kürt Ulusal Hareketinin Çağdaş Bir Analizi ve Karşılaştırılması: Suriye, Irak ve Türkiye” başlıklı teze bakıldığında; PYD’nin Suriye’de kuvvetlendirilmesini doğrudan Türkiye’deki “Çözüm Sürecine” dayandırdığı görülmektedir.[3] Gerçekten de Türkiye’nin müdahale etmemesinden faydalanan PKK  güçleri, Suriye’deki kargaşadan da faydalanarak, Suriye’nin kuzeyine yerleşmiş ve otonomi elde etmeyi başarmıştır. Aynı zamanda DAEŞ gibi radikal terör örgütleriyle göstermelik çatışmalar yaparak Avrupa’da ve Birleşik Devletler’de itibarını arttırmış,aynı zamanda kadın teröristlerin kullanımının reklamını yaparak saygınlık kazanmaya çalışmıştır.

DAEŞ’in hem Irak’taki hem de Suriye’deki misyonunun da yazının çerçevesinde değerlendirilmesi doğru olacaktır. Nitekim hem bölgedeki Türkmenlerin tanıklıkları[4] hem de jeopolitik haritaya bakıldığında; DAEŞ’in, Irak ve Suriye’de daha çok Türkmenlerin ve Arapların olduğu bölgeye saldırdığı, orada katliamlar gerçekleştirdiği, kısacası bir etnik temizliğe gittiği ancak Birleşik Devletler ve Fransa gibi koalisyon güçlerinin destekleriyle YPG’nin ve Peşmerge güçlerinin, DAEŞ’in işgal ettiği bölgeye hareket ettikleri ve göstermelik çatışmalarla oraları ele geçirdiği görülmektedir. Hülasası önce DAEŞ etnik temizlik yapmış, böylece YPG’nin sorunsuz bir şekilde bölgeyi ele geçirmesi sağlanmıştır. Bu sayede PKK ile ilişikli terör örgütlerinin eş zamanlı olarak hem Irak’ta hem de Suriye’de etkinlik kazanmaları kolaylaşmıştır.

Suriye ve Irak’ta istediği etkinliği kazanan PKK güçleri bu kez yönünü Türkiye’ye çevirmiş, 2015 yılından itibaren Suriye’de başarıya ulaşmış olduğu “şehir/sokak çatışmaları” taktiği ile Güneydoğu’da hendekler kazarak saldırıya geçmiştir. Daha önceleri “düşük yoğunluklu çatışma” ilkesiyle hareket eden, pusu kuran kalleş terör örgütü bu kez adeta cephe savaşına girişmiştir. F tipi örgütlenmenin (FETÖ) de destekleriyle ülkeyi terör ortamına sokmuştur. İçerisindeki hain yapılanmaya rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri olağanüstü bir özveri göstererek, Türk milletinin de duasını alarak başarıya ulaşmıştır. Buna karşılık Türk milletine daha büyük bir öfke besleyen okyanus ötesi güçler Türk devletini ortadan kaldırmak, iç savaşa sürüklemek maksadıyla 15 Temmuz 2016 gününde F tipi aracılığıyla kalkışma hareketi gerçekleştirmiştir. Türk milletinin şanlı direnişi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin şerefli generalleri ve askerleri, Türk Güvenlik Güçlerinin; Polis Özel Hareketi’nin kahramanca mücadelesiyle bu tehlike de bertaraf edilmiştir. Altını çizerek belirtmek gerekir ki bu darbe girişimi ile, yönetimi ele geçirmekten ziyade, ülkeyi iç savaşa sürükleyerek PKK’nin Güneydoğu’da etkinlik kazanmasını ve dört parçalı Kürdistan’ın üçüncü aşamasını da gerçekleştirmek istemişlerdir. Fakat bir gecede bu hain kalkışmanın bastırılmasıyla amaçları akamete uğramıştır.

15 Temmuz sonrasında Milliyetçi ve Ülkücü Hareket’in desteğini alan iktidar milli bir dış politikaya yönelerek Türkiye’nin güneyini çevrelemek isteyen terör güçlerine karşı harekete geçmiştir. Öncelikle El Bab’ın DAEŞ güçlerinin elinden alınmasıyla 24 Ağustos 2016 günü başlayan Fırat Kalkanı Operasyonu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin her şeye rağmen gücünü yitirmediğini ispat etmiştir. 24 Ağustos- 5 Eylül günleri arasında gerçekleştirilen operasyonlarla Türkiye sınırından DAEŞ terör örgütü silinmiştir. 29 Mart 2017 tarihine kadar geçen sürede Doğu’da Cerablus sınırından Güney’de El-Bab’a ve Batı’da Afrin’e kadar olan yerler terör örgütlerinden temizlenmiştir.[5] Amerika Birleşik Devletleri’nin söz vermesine rağmen PYD’den alınmayan bölge, Türk Silahlı Kuvvetleri eliyle alınmıştır. Böylelikle dört parçalı Kürdistan’ın Akdeniz’e ulaşarak petrolünü iletebileceği, ticaretini gerçekleştirebileceği alana el konulmuştur. Sözgelimi sözde otonom devletin can damarı kesilmiştir. Aynı zamanda Afrin ile

Münbiç arasındaki bağ da kopartılmış, Türkiye’ye daha büyük bir tehdit oluşturulması engellenmiştir.

Tam da böylesi bir dönemde Irak Kürt Özerk Yönetimi bağımsızlık referandumuna gitmek isteyerek bölgenin dengelerini değiştirmek istemiştir. Türkiye’nin kararlı tutumuyla bu durum da engellenmiştir. Bölgedeki bu sorunların Okyanus Ötesi’nde sebepleri olduğu gibi Uzak Asya’da da sebepleri bulunmaktadır. Zira Çin’in Yeni İpek Yolu projesi kapsamında bu bölgenin önemi daha da artmaktadır. Bu projenin önünü kesmek isteyen Amerika Birleşik Devletleri bölgenin dinamiklerini oynamaktadır. Aynı zamanda Türkiye’nin hatırı sayılır bir gelir elde edebileceği düşünüldüğünde, bu hattın Türkiye üzerinden değil de dört parçalı Kürdistan üzerinden geçirilmek istenmesi de oldukça manidardır.

Bütün bunları çok iyi bir şekilde değerlendiren Türk devlet aklı, gözlerini Afrin bölgesine çevirmiştir. Dış güçlerce; YPG’nin tünellerle, tahkimatlarla ve modern silahlarla koruduğu bu bölgenin, Türkiye için bir Vietnam olması planlanmıştır. Nitekim Afrin’in karşısında yer alan Kilis’e sürekli füze saldırıları yapılarak adeta Türkiye’ye “Gel” diye çağrıda bulunulmuştur. Türk kurmaylarının soğukkanlılıkla planladığı, Türk diplomatlarının akıllıca yönettiği süreç sonucunda 20 Ocak 2018 günü “Zeytin Dalı Harekatı” başlatılmıştır. Operasyonun ilk aylarında hava harekatları ve top atışlarıyla Cinderes, Burseya Dağı ve Racu hedef alınmıştır. 20-26 Ocak arasında 340 hava harekatı başarıyla gerçekleştirilmiştir.[6]Ardından gelişen süreçte kara harekatı da yapılmış ve Afrin şehir merkezi kuşatılmıştır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin adeta destan yazdığı bu operasyonda beş bin küsür terörist etkisiz hale getirilmiştir. Nihayetinde Afrin şehir merkezi de ele geçirilmiştir.

Sonuç olarak bakıldığında 1990’lı yılların başından itibaren Irak, Suriye, İran ve Türkiye hattında gerçekleştirilmek istenen dört parçalı Kürdistan hedefi Türk Silahlı Kuvvetlerinin başarılı harekatlarıyla akamete uğratılmıştır. 30 yıldır siyasi, ekonomik ve diplomatik baskılarla geliştirilen süreç Türk devletinin milletiyle bütünleşmesi sonucu bozguna uğratılmıştır. Böylelikle Türk devletinin içerisindeki terör tehdidi en aza indirgenmiş, varlığını sınırdan tehdit edebilecek yapılar Fırat’ın Doğu’sunda Münbiç haricinde silinmiştir.

[1] Daha ayrıntılı bilgi için bkz. : Mutlu, Ahmet, “’Demokratik Özerklik’in İdeolojisi Üzerine”, Demokrasi Platformu, S:27, Yaz, 93-120,(2011).

[2] Fuller, Graham, Türkiye‘nin Kürt Meselesi, Profil Kitap, 2011, s.9

[3]Lanza, Grayson, (basılmamış doktora tezi)  “A Contemporary Analysis and Comparison o fKurdish National Movements: Syria, Iraq, and Turkey”, University of Center Florida, Florida, 2017, s.35

[4]http://www.gazetevatan.com/suriye-turkmenleri-isid-isgal-ettigi-yerleri-daha-sonra-pyd-ye-birakiyor-849821-dunya/

[5]https://www.stratejikortak.com/2018/08/firat-kalkani-harekati.html

[6]https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-43121053

Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir