Analiz,  Birsen Polat'ın Yazıları,  Enerji,  Genel,  Türk Dünyası

BALKAN TÜRKLERİNİN ETNİSİTE SORUNLARI VE AİDİYET PROBLEMLERİ

 

 

Osmanlı’nın mirası olan Balkan Türkleri, günümüz 21. Yüzyılında hala kalıplaşmış bir retoriksel eylem olarak gündemdeki yerini korumaktadır. Tarih boyunca kültürel kimlik oluşumlarında diyalektik sistemleri esas alan “kimliğe ve tarihe ait olma” hissi, Türklerin niteliksel özellikleri arasındadır. Anonim ortamdan ayrılma içgüdüsü ve bir sisteme bağlılığı esas alan köktenci yaklaşım, güvende olma hissinin ürünüdür. Yöntem bilimsel tüm çalışmaların toplumsal alt yapısının araştırma noktaları da bu özelliğe vurgu yapmaktadır. Nicelik olarak ise farklı coğrafya ve mekan kısıtının teolojik kuramlarla sentezlendiği kısımda bir topluluğa olan aidiyet hissi daha fazla kendini göstermektedir.

Osmanlı devletinin fütuhat amaçlı seferlerinin sonucu olan Balkan coğrafyası ve Balkan Türkleri, “Türk-İslam” geleneğinin yegane mirasçısıdır. Bu sebeple sosyokültürel yapının Osmanlı izlerini hala taşıdığı hipotezi, Balkan Türkleri’nin belirli tarih aralıkları ile çeşitli sınavlardan geçmesinin önüne geçemediğinin de kanıtıdır. Bu bağlamda Balkan Türklerinin tarihsel geçmişinin çok eskiye dayandığını bilmek ve olay akışında odak noktamızı yitirmemek adına 19 ve 20. YY dönemlerine vurgu yaparak ilerleme kaydedilmiştir. 21 YY.da durumun elzemiyet belirttiği noktalara vurgu yaparak karşılaştırmalı bir yöntemle olay örgüsünde Balkan Türklerinin durumu incelenmiştir.

GİRİŞ

Milletleri birbirinden ayıran değerler bütünü olarak nitelendirilen kültürel ve etnik öğeler, bir kimliği oluşturan ana unsurları ifade etmektedir. Yüzyıllar boyunca kültürel ve sosyal mirası ile birçok coğrafyayı yurt edinip millileştiren Türk halkı, tarihe adını yazdıran yegane millettir. Ortak değerlere, diline, halkına ve geçmişine bağlılığı ile bilinen Türk milleti, ırkçılık ve dini simgelerle ayrımcılık yapmadan değişik isimlerde her daim kendini bir devlet çatısı altında birleştirmeyi başarmıştır.

Etnik azınlıkların olduğu ülke içinde kültürel değerlereentegrasyonu esas alan politikalar, her devlet sisteminde olduğu gibi Balkanlarda da sorun olmuştur. Kendi öz benliğine bağlılığı ve milli şuurun derinden hissedildiği Türk halkı için durum, devlet çatısı altında olmayan halkların sıkıntı çekmesine sebep olmuştur. Ancak aidiyet hisleri ile içinde bulunduğu ülkeye asimile olmadan devam edebilen Balkan Türklerini esas alan çalışma, bu konuda alt kimliklerine ne kadar bağlı oldukları görüşü üzerinde şekillenecektir. Balkan Türklerinin dini ve kültürel değerlerinde değişme olsa dahi Türk benliklerine olan bağlılığında değişme olmadığı ve hala milli şuurunda ebediyet duygularının söz konusu olduğu hipotezi üzerinden çalışma şekillenmiştir. Bu çalışmada tarihsel ve betimsel araştırma yöntemlerinden faydalanılarak kronolojik olarak Balkan Tarihi’ndeki keskin geçiş noktalarına vurgu yapılmıştır. Böylelikle dönem dönem çeşitli evrelerden geçen halkın “alt kimliğini” koruma içgüdüsü çerçevesinde hipotez doğrulanmaya çalışılmıştır.

BALKAN TARİHİ

“Balkan kelimesi, sıradağ veya dağlık anlamına gelen Türkçe bir sözcüktür”. Bölgenin fiziki sınırları; Batıda Adriyati Denizi, doğuda Karadeniz, Çanakkale ve İstanbul Boğazları, kuzeyde Tuna ve Sava nehirleri, güneyde Akdeniz, güneybatıda İyonya Denizi ve güneydoğuda Ege Denizi’dir. Siyasi sınırları ise günümüzde 11 ülkeyi içermektedir: Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Kosova, Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan Jepolitik olarak büyük bir öneme sahip olan Balkan coğrafyası; güneyde Girit’in de olduğu Akdeniz, batıda Adriyatik Denizi, Ege’de birçok adayı içine alan doğu ve batı yönlü stratejik bir yeri ifade etmektedir. (Sancaktar, 2019:1) Osmanlı egemenliğinin Balkanlara açılması ise I. Beyazıd(1389-1402) ile başlamıştır. İstanbul’a yapılan fetih sonrası Çanakkale Boğazı’nın batıya açılan kapısı olarak görülen Edirne’den Enez’e kadar olan bölüm, Meriç kıyısı boyunca Osmanlının ilk Balkan harekatı tarihini oluşturmuştur. Mora’dan Tuna’ya kadar olan bölümü deimparatorluğa dahil etme çabası, yıllarca sürecek olan Balkan sorunlarını da beraberinde getirmiştir. (İnalcık, 2016:15,17)Balkan Devletleri’ne tam hakimiyetin zirveye ulaştığı dönem olarak da bu sebeple 13. YY fetihleri kaynak gösterilmiştir. (Oral, 2004:114)

Balkanlara açılan kapı olarak gösterilen bir diğer fetih hareketi 1352’de tahtı ele geçirmek için Bizans’a yardım eden Orhan Gazi’nin, bu yardımı karşılığında Çimpe Kalesi’nin hediye edilmesidir. Bu sebeple Çimpe Kalesi, sonrasında başa gelecek olan Balkan liderlerinden olan Süleyman Paşa’nın bölgeye açılma politikasının merkez üssü niteliğindedir.Anadolu’dan getirilen vatandaş ve askerlerin iskan politikası çerçevesinde kalıcı hakimiyetini esas alan stratejiler de Çimpe bölgesinin Türkleşmesine büyük katkı sağlamıştır. ( Çalık, 2005:20)

Çimpe Kalesi’nin alınmasından sonra kronolojik olarak sıralamayı Edirne’nin fethi alır. (1361-I. Murad) Filibe (1363), Niş (1375-1386), Serez (1383), Ohri (1385), Sofya (1385), Şumnu (1388-1389), Üsküp (1392), Tırnova (1393), Vidin (1396), Selanik (1387), gibi önemli Balkan şehirleri hakimiyet altına alınmıştır. Osmanlı’nın Balkanlardaki ilerlemesini durdurmak adına birçok haçlı seferleri düzenlenmişse de son Haçlı Seferi Osmanlı galibiyeti ile sonuçlanmış ve Balkan bölgesindeki Osmanlı varlığı kesin bir şekilde kabul edilmiştir (1444). 1453 yılında İstanbul’un fethi ile mutlak hakimiyetini duyuran Osmanlı, 1463 yılında Bosna, 1482 yılında ise Hersek’i alarak hakimiyet alanlarını genişletmiştir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Belgrad’ı (1521) alarak siyasi zaferini konuşturan Osmanlı, bu bölgeye tamamen hakim olma konusunda kararlığını da göstermiş oldu. 1573 Kıbrıs, 1669 Girit ve 1676 Podolya’nın alınması ile sınırlarını genişleten Osmanlı’yı 1699 yılında Karlofça Antlaşması gibi ciddi toprak kaybına uğrayacağı bir hezimet bekliyordu. Hristiyan güçlere karşı ilk önemli toprak kaybı yaşanan bu antlaşma aynı zamanda Osmanlı’nın da gerileme dönemine girdiği dönüm noktasını nitelemektedir

( Nasuhbeyoğlu, 2008:9)

BALKANLARDA BAŞLAYAN HAREKETLİLİK

Gerileme dönemine giren ve siyasi birçok olayla mücadele etmek zorunda kalan Osmanlı, Avrupa siyasetinden uzak kalmıştır. Bunu fırsat bilen Rusya’nın 1768-1774 yıllarında Osmanlı’ya açılan savaş sonucu büyük kayıpların verildiği Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanmıştır (1774). Balkan Ortodoksların; Romenler, Bulgarlar, Yunanlar ve Sırplar üzerindeki hakimiyet alanlarının genişlemesi, Osmanlı’ya karşı milliyetçilik hareketlerinin başlamasına ve kışkırtmaya yönelik politikaların güdülmesine zemin hazırlamıştır. Ayrıca bu antlaşma ile Kırım’ın Rusya’ya katılması (1783), Osmanlı açısından gerçek bir kopuşun başladığını simgeler. ( Kunt, 2000:45-70) Bu savaştan sonra 500 bine yakın Türk, Anadolu’nun ve Rumeli’nin değişik yerlerine göç etmek zorunda kaldı. Pastadan payını almak isteyen Rusya da Müslüman Türkleri tasfiye etme çabası içine giriştiler. ( Sancaktar, 2019:13)

1789 Fransız İhtilali’nin bağımsız, özgürlükçü anlayışı self-determinasyon ve yönetimsel anlamda otonomik gerçeğin olabileceği perdesini aralamıştı. Ulusal bağımsızlık ve kendi kaderini tayin etme içgüdüsü, üst kimliğe adaptasyonda şok etkisi yarattı. Alt kimliklerinin bilincine varan yerli halkın Osmanlı’dan kopuş süreciyle Balkan ülkelerinde yaşayan Türk halkın karşıtlığı ön plana çıktı. İskan politikası ve millet sisteminin sorgulandığı süreç, kaotik ortamdaki karmaşa bütünlüğünün de zeminini hazırlamış oldu. Böylece etnik kimliğinin yanında dini öğeleri ile de seküler sınıfa karşı çıkan bir anlayışa hizmet eden 19 yy. Balkan Devletleri açısından bu sürecin bir çöküşün mü yükselişin mi parçası olduğu sorusuna yöneldi. Hem ulusçu hem dini değerleri içinde barındıran bir medeniyete işaret eden “Türk” kimliği, böylelikle ulusal bağımsızlıklarını ele almak isteyen halkın içinde çözümlenmeye başladığı bir döneme girmiştir.

Tayfun Nasuhbeyoğlu’nun beş adımda Osmanlı’dan kopuş olarak nitelediği dönüm noktaları çalışmada detaya inilmeden gösterilecek olan ana hatlara da vurgu yapmayı kolaylaştırmıştır.

( Nasuhbeyoğlu, 2008:13)

1. Karlofça Antlaşması-Sonun Başlangıcı (1699)
2. Sırp İsyanı -İlk Ulusal İsyan (1804) Bükreş Antlaşması
3. Yunan İsyanı- İlk Kopuş (1830) Londra Anlaşması
4. 93 Harbi- Büyük Kopuş (1878)
5. Balkan Savaşı- Etin Kemikten Ayrılması (1912/13)  

Osmanlı- Rus savaşı sonrasın özellikle Rusya’nın da başını çektiği “Şark Meselesi” kavramı ortaya çıkmıştır. Balkanlardan Türkleri atma projesini esas alan bu kavram, savaştan sonra Rumeli’den Osmanlı’ya doğru yoğun bir göçün başlamasına yol açmıştır. Savaş öncesi Tuna şehrindeki Türkler ve Bulgarlar birbiriyle hemen hemen eşit sayıya sahipti. Ancak savaş sonra Türklerin yoğunlukta olduğu Batı Tuna’dan; İstanbul’a, Trakya’ya tehcir edilen Türklerin sayısı ile bu oran ciddi oranda değişti. Zorunlu göçün birincil aktörü olan Bulgaristan’da, Bulgar baskıları sonucu kaçmak isteyen Türk halkının tabiri caizse bölgeden kaçışına sebebiyet vermiştir. (İpek, 1994:130-132 )  1812 yılında imzalanan Bükreş Barış antlaşması ile Osmanlı-Rus savaşlarını bir nebze dindireceği düşünülse de Osmanlı’nın parçalanmasının da başlangıcı olmuştur. Rusya’nın Kafkasya ve Balkan coğrafyasındaki jeopolitik doktrininin ana hatlarını oluşturan bir belgedir. Özdem ve Yılmazçelik’in belirttiği üzere 1774 yılındaki Küçük Kaynarca Antlaşması ile başlayan ve Rusların Osmanlıdaki Hristiyan halk üzerindeki yaptırım gücüne ulaşmasındaki yolun ikinci durağı olan bir antlaşmadır. Diğer yandan Osmanlı içindeki Sırpların varlığını düzenleyen ve ayrıcalıklar veren bir anlaşma olması sebebiyle de kritik tarihi bir öneme sahiptir. Anlaşma ile Rusya güneybatı sınırını garanti fikrini güçlendirmiş, Balkanlardaki Ortodoks halk olan Eflak, Boğdan, Yunan ve Sırp milletleri üzerine etki edebilecek stratejik bir bölgeyi de hakimiyet altına almıştır. Özellikle bu anlaşmadan sonra Balkanlardaki beyliklerinin çoğunun Osmanlıya isyan etmesi ve baş kaldırması bunu doğrular niteliktedir. ( Yılmazçelik ve Özdem, 2016: 291,292)

1900’lü yıllara gelindiğinde Rusya’nın tarihi emeli olan Balkanları Slavlaştırarak boğazlara girmek ve burdan Ortadoğu’ya hakim olacağı bir çıkış noktası yakalamanoktasındaki alevlenme daha fazla baş göstermiştir.  

Aşağıda verilen haritada Osmanlı’nın Balkan Savaşı’ndan önce hakimiyet alanı yer almaktadır. Transit geçiş noktasında bulunması ve Avrupa ile Anadolu bölgesinin tampon niteliğindeki konumu sebebiyle, Ortodoks ve Hristiyan halkın baskılarına maruz kalan Balkan Türklerinin ülkeye dönüşü zaruri bir hal almıştır.

    Resim 1: Balkan Savaşları Öncesinde Osmanlı Devleti Sınırları

MİLLİ KİMLİK VE ÇÖZÜNME SÜRECİ

Avrupa’nın güneydoğusunda bulunan Balkan Yarımadası; Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Romanya, Türkiye’nin Avrupa yakası ile Yugoslavya’nın dağılmasının ardından bağımsız devletler olarak ortaya çıkan Makedonya, Hırvatistan, Slovenya, BosnaHersek, Sırbistan ve Karadağ’ı içine alan bir bölgedir. Çok yakın bir zamanda Sırbistan’ın özerk bir bölgesi olan Kosova da bağımsızlığını ilân etmiş; böylece bölgenin siyasî ve coğrafî haritası yeniden değişmiştir.  ( Gökdağ, 2012:1)

19. YY Balkan halkı için milli kimliğin inşaası, milliyetçi fikirlerin yayılması ve buna bağlı olarak ayaklanmaların olduğu sosyal bir çözünme sürecini kapsar. Bağımsızlığını kazanan gayrımüslim yerli halkın siyasi olarak da iktidarı ele geçirmesi bu kopuşu hızlandırmıştır. Özellikle Osmanlı’nın millet sistemini Ortodoks kiliselerini siyasal yetki alanı dışında bırakması kiliseye yargısal, siyasal ve iktisadi birçok öğeye etki etmelerinin de yolunu açmıştır. Osmanlı’nın bölgedeki Ortodoks kiliselerine verdiği bu yetki, Balkan halkının dağılma sürecinde dahi yıkılmayan kilise etkisinin varlığını sürdürmesinde temel etken olmuştur. Böylelikle din adamları uzun vadede güç kazanmış ve ayaklanmalar sayesinde dini gücünü kullanan kilisenin yerli halkı kışkırtması da kolaylaşmıştır. ( Sancaktar, 2011:31,44,45)

Bağımsızlığını kazanan Balkan Devletleri, Osmanlı mirası olan Türkleri kendi ulus devletlerini kurmak için etnik bir temizlik yapmak istemişlerdir. Bu sebeple Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Goraniler, Müslüman Romanlar, Çerkezler gibi halkları zorunlu göçe mecbur kılmışlardır. Bu sebeple 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı sonrası Türk nüfusundan arınan ve azınlık hale getirilen Balkanlarda yeni bir süreç başlamıştır. ( Sancaktar, 2019:22) Özellikle Bulgaristan nüfusunun zaman için de ciddi değişikliklerin olduğu 93 Harbi sırasında 1887’de  %19,2,  1892,’de % 17,2,  1900’de % 14,4 ve 1989’da %13,5 civarında seyretmiştir. (İslam Ansiklopedisi, 1992: 392-393) Böylelikle Müslüman ve Türk olan halkın boşalttı yerler zamanla Slav halkın etkisi altında kaldı. Böylelikle Rumların ve Hristiyanların da içinde bulunduğu kent, Osmanlı mirasının paydaşları olarak bölgede hakimiyet kurdular.

Bulgaristan yönetiminin ülke sınırlarında yaşayan ve özellikle ülkenin ciddi bir nüfusuna karşılık gelen Türkleri asimile etme çabaları da tarih sahnesinde kendine yer bulmuştur. Bu politikaya yönelik olarak 1984 yılında ülkedeki komünist siyasiler, Türkler’in isimlerini Slavlaştırmak için baskı ve cebir uygulamışlardır. Rusya’nın Panislavist politikasının devamı olan bu hareketlenme öncelikle Güney Bulgaristan’da, sonrasında da Kuzeydoğu Bulgaristan’da yer alan Deliorman’daki Türklere uygulanmıştır. ( Alagon, 1993:169)

1990’lı yılların sonlarına gelindiğinde azınlık konusu daha fazla baş göstermiş ve bölgenin siyasi olarak karışık durumda olan Yugoslavya’sı için durum içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Ekonominin günden güne kötüye gitmesi, federalist yapıya sahip olan Sırbistan’ın bölgede gücünü gösterme çabaları, bu çabalara karşılık Kosova ve Voyvodina’ya  verilen özerklik sonrası Sırpların milliyetçi tutumu ve son olarak Tito’nun ölümünden sonra etnik ve dini gruplar arasındaki çatışma gibi unsurlar Yugoslavya’nın dağılmasında rol alan başlıca unsurlar olmuştur. ( Öztürk, 1999: 236)“Yugoslavya’nın karmaşık durumunu neticesinde önce Hırvatistan, arkasından Slovenya, sonra Makedonya ve 1992’de de Bosna Hersek, bağımsızlığını ilân etmiş ve Yugoslavya’dan geriye yalnızca Sırbistan ve Karadağ kalmıştır. Bu iki devlet de bir araya gelerek 1992 yılında Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyetini kurmuştur. Ancak bu cumhuriyet, 14 Mart 2002’de iki ülke arasında imzalanan bir anlaşma ile son bulmuş; birliği oluşturan unsurlar bu defa “Sırbistan ve Karadağ” adıyla bir ülke oluşturmuşlardır. Birliğin tamamen yok olması ise 2006 yılına rastlamaktadır. Halkın bağımsızlık istekleri neticesinde 3 Haziran 2006’da Karadağ, resmen Sırbistan’dan ayrılmış ve böylece Yugoslavya tamamen dağılmıştır.” ( Gökdağ, 2012:4)Böylelikle bağımsızlık hareketlerinin yavaş yavaş tarih sahnesinde kendini göstermesi kimlik savaşlarının da başladığı yönündeki gidişatı da hızlandırmıştır. Yüzyıllar boyunca Osmanlı hakimiyetinde kalan bu coğrafya, birçok Osmanlı imzalı miraslar bırakarak ayrılmıştır. Mimarisi, kültürü, dini değerleri gibi birçok alanda sahiplenilmiş Balkanlar, etnik temizlik sırasında zorlanılacak günlerin de sinyalini vermiştir.

Dağılmakta olan Osmanlı’nın bölgeden tam anlamıyla silinmesi yıllarca sürecek olan sürecin başlangıcı olacak;ancak sürecin ne zaman sonlanacağına dair öngörüler gri bölgede kalacaktı. Nitekim Balkan Devletleri’nin asimilasyon politikalarından olan “De-Ottomanization”, yani Osmanlıcılıktan Arınma siyaseti ile bu süreci başlatmışlardır. Bir milleti ifade eden dil, din, kültür gibi öğelere siyasal birer saldırı niteliği ifade eden politika, ülkelerin bağımsızlığına kazanır kazanmaz uygulanmaya başlanmıştır. Yunanistan’da 1830 tarihinde bağımsızlığın kazanılması sonrası, Sırbistan (1830), Romanya (1856) ve  Bulgaristan’da (1878) özerk prenslik statüsü verildikten sonra, Karadağ (1878) ve Arnavutluk’ta (1912) bağımsızlık kazanıldıktan sonra, ve son olarak Bosna Hersek’te (1878) bölgenin Avusturya-Macaristan’ın eline geçmesi sonrası uygulanmıştır. ( Sancaktar, 2019:8) Ayrışan ve bağımsızlık mücadelesi içinde olan ancak hala Balkan yarımadası olarak anılan bölge yaklaşık 1.000.000 km2 alanı ifade etmektedir. Böylesine ciddi bir alanı kapsayan bölge, aşağıdaki ülkelerden oluşmaktadır:

DEVLETİN ADI                            

YÜZÖLÇÜMÜ (km2)

Arnavutluk

28.748

Bulgaristan

110.912

Romanya

237.500

Türkiye ( Trakya)

23.764

Yugoslavya

225.804

Yunanistan

131.944

Şekil 1: ( Karpat, 1992:25 ) https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/5/C05001786.pdf(erişim tarihi: 17.05.2020)

De ottomanization siyasetinin en başta kişi isimlerinin ve kullanılan etnik dilin değiştirilmesinden başlanması günümüz 21. Yy dünyasına kadar taşınacak olan sürecin de başladığının göstergesidir. Böylesine ilerleyen bir asimilasyon politikasında ulusaşırı sistemler bütünün etkinliği dışında millet çatışmasını durduramayacak bir sürecin başladığını da gözler önüne sermiştir.

BALKAN MİLLİYETÇİLİĞİ VE AİDİYET SORUNU

Coğrafyasında yüzyıllar boyu farklı milletleri misafir eden Balkan topraklarının Osmanlı Dönemi’ndeki bıraktığı sosyal ve kültürel miraslar, Osmanlı mirasçısı olan bölge halklarına da bulunduğu bölgeye aidiyet duygusuyla bağlanması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Bölgedeki siyasal karmaşıklıklar, ayrılan cumhuriyetlerin sınırlarını siyasi haritada çizse de birbirine hem dilsel hem dinsel bağla bağlı olan Türklerin vefa gösterilerine eşlik etmişlerdir. Ancak Balkanlarda çözünme ve ayrışma sürecine giden Türklerin farklı dağılımlarına rağmen tek noktada buluştukları değerin dinsel mi dilsel mi olduğu sorusunu da akla getirmektedir. Hiç şüphesiz kimliği oluşturan unsurlarda ortak nicelikler ifade eden bu iki kavramın nispi değerler sıralamasında dilsel ve tarihsel değerler daha baskındır.

Kurubaş eserinde, Protestanlık mezhebinin ortaya çıkması nedeniyle Hristiyanlığın birleştirici rolünde azalmanın olduğunu, buna müteakiben milliyetçilik akımları sonrasında dilsel azınlıkların daha baskın bir duruma geldiğine vurgu yaparak ortak dilin çekim gücüne vurgu yapmıştır. Yazarın aynı zamanda kültürel kimliğin ana öğesinin dil olduğu savı, bu hipotezi doğrular niteliktedir. ( Kurubaş, 2004:22) Ancak Osmanlı’nın çok dinli çok dilli ve değişik kültürleri barındıran yapısı ile aşırı milliyetçi bir yapıda olmadığı da unutulmamalıdır. Bu çerçevede Kemal Karpat’ın eserinde verdiği veriler üzere Balkanlarda Türkçe konuşan 9 milyon civarında halkın olduğu söylenmektedir. 6 milyonu Türkiye’nin Avrupa topraklarında yaşarken; 1.5 milyonu Bulgaristan’da, geri kalan azınlığın da  Yunanistan’ın Batı Trakya bölgesi ile Romanya’nın Dobruca, Makedonya’nın Üsküp ve Priştine bölgesinde olduğu belirtilmiştir. ( Karpat, 1992:27) Sayının 9 milyon civarında oluşu hala milli unsurların varlığına işaret etmektedir. Kimlik savaşında özellikle Avrupa ve Anadolu arasında geçiş noktası olan alanda varlığını koruma mücadelesi içinde olan Türk halkının mevcudiyetinin göstergesidir. Zira dağlık bir bölgeyi ifade eden ve işgal sırasında dahi tüm zorluklara rağmen stratejik önemi ihtiva eden bu bölgede çeşitli medeniyet savaşları karşısında alt kimliğine sıkı sıkıya bağlı halkın olduğu üzerinde durulmalıdır.

Asimilasyon ve tek milli vücut oluşturma politikası ekseninde yerinden ve yurdundan edilen birçok Müslüman Türk göçe zorlansa da, bölgede kalan Türkler için durum çok daha ciddi boyuttadır. Kişi isimlerinin değiştirilmesinden, mahalle isimlerinin değiştirilmesine kadar giden süreçte esas yıkımın dilsel öğelerin temizlenmesi sonrasında dinsel öğelerle de “Osmanlılıktan Arınma” siyaseti pekiştirilmeye çalışılmıştır. Zira Bosnalı Sofu Mehmet Paşa’nın Sofya’da yaptırmış olduğu camii, dönemi özerk Bulgaristan Prensliği tarafından Osmanlı’nın bütün itirazına karşı 1903 yılında Yedi Azizler Kilisesine dönüştürülmüştür. ( Koyuncu, 2010:129-246)Yanya’da meşhur Bayraklı Cami yok edildi, şehirler Osmanlı Dönemi’nden kalan tarihi Müslüman mezarlıklarının üzerine kuruldu ( Konuk, 2010:11) Özellikle dini değerler üzerinden siyaset yapılması, Müslüman halkı sindirmek için yapılan ağır bir darbedir. Kutsal değerlere müdahalenin dahi bu denli kolay olması halkın bu süreçte savunmasız ve kabullenici tavır sergilemesine yol açmıştır. Etnisite milliyetçiliğinin bu denli derinden yok edilme çabası içine girilmesi ise yerleşik düzene sinmiş Osmanlı ve Türk izlerinin keskin çizgilerinin korkusundan kaynaklanmaktadır.

Bir ulusun ortak tarih ve geçmişini ifade eden “dil” kavramının yok edilme çabası ve etnik unsurlarına tecavüzü konu alan birçok tarihsel katliam ve gaspın tarihe yara olarak kaldığı aşikardır. Bu kapsamda yara bandı görevini üstlenmek isteyen küresel bir güç dışında kaotik ortamdan en az yarayla kurtulma imkanı  bulamayacak olan Balkan Türkleri için ait olduğu kültür vazgeçilmez bir unsurdur. Ancak yıllarca zulüm ve eziyet gören Balkan Türkleri için bu küresel örgütlerin müdahalesi çok yenidir.

Avrupa Birliği’nin kurulması ile insan hakları ve kültürel haklar bağlamında önemli çalışmalar yapılmış,1998 yılında Avrupa Yöresel Azınlıklar ve Diller Anlaşması üye devletlerce imzalanmıştır. Böylece azınlık halinde bulunan halkın kültürel değerleri korunarak, kamusal ve özel alanda bu dilin kullanımı arttırılmak istenmiştir. Sözleşme gereği yörenin geleneksel dilleri bu anlaşmaya dahil iken, son zamanlarda göç yoluyla gelen halkın dilleri buna dahil edilmemiştir. Kamusal alana azınlıkları da entegre etmek adına yapılan bu çalışma demokratik ve insan haklarına saygılı bir sistem oluşturulması açısından çok önemlidir. ( Yalınkılıç ve Yağmur 2014:285)

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

1299-1918 yılları arasında çeşitli coğrafyalarda hüküm süren Osmanlı Devleti için kültürel miraslardan çok demografik mirasın etkisi daha büyüktür. Geride kalan Müslüman Türk kimliği, tüm başat güçler tarafından tehdit olarak algılansa dahi sonrasında Türk kimliği ile daha fazla ön plana çıkan halk için süreç oldukça çetin bir hal almıştır. Etnisite unsurlarının bu denli önemi, ortak bir kimliğe aidiyet, aynı tarihi sırtlamış olmanın içgüdüsel yapısı, diğer topluluklarda olduğu gibi güven hissiyatının bir ürünüdür.

Balkan tarihinde milli hareketler ışığında can ve mal kaybına uğrayıp fedakarlık yapan halk için unutulmaz bir milli şuur bilgisi yer alır. Din ve dil meselesinde özellikle milli kimliğin göstergesi olan “dilsel çatışma” nın bu denli asimile edilme çabası, ortak tarihe bağlı olan Türk halkının tarih sahnesindeki konumu için hala devam eden bir süreci ifade etmektedir. Etnisite unsurlarında alt kimliğin modernitesi, aidiyet ve bağlılık hissiyatının mütemmim cüzü olarak hafızalarda yer etmiştir. Bu sebeple Balkan tarihi milli şuurun baş gösterdiği ve hala ortak bir kültüre sahip olma hissiyatı içinde olan önemli bir kitleyi ifade etmektedir.

1912 yılında başlayan Balkan Savaşları’nda küreselleşmenin de genişletici gücü ile milli fikirlerin uyandığı süreç ve mübadele ile değişen insan sirkülasyonu, ayrışma sürecine katkı yapan önemli bir dönüm noktasını ifade etmektedir. Fransız İhtilali fikirlerinden ortaya çıkan, Rusya’nın tarihi emellerindeki geçiş sürecini ifade eden ve Osmanlının dağılma dönemindeki uğraştığı siyasi ve mali kriz savaşın başlamasındaki ana etkiler olarak hafızaya kazınmış olsa da tarih hep tekerrür etmiştir. Siyasi aktörlerin değişmesi ile politikaların değiştiği ancak tarihi emellerin değişmediği küresel ortamda Balkan coğrafyası her daim sınavdan geçmiştir. Fakat günümüz 21. YY dünyasında da görüleceği üzere hala Balkan sorunu nüksetmektedir. Kanayan yara olan ve özellikle 1998-1999 Kosova’da yapılan katliam sonrası NATO’nun bu soruna olan tutumu, artık milli unsurların ulusaşırı sistemlerin de yönetimi altında ilerlediğini göstermektedir. Ulus üstü bir gücün etnik sorunlarla gündemde etkinliğini konuşturması, ilerleyen süreçte caydırıcılık kazandıran ve algı yönetimini de esas alan diplomatik bir kazanım olduğu savını doğrular niteliktedir.

                                                                              

Kaynakça

Alagon, Y. (1993). Balkanlar: Çatışan Azınlıklar , Çatışan Devletler. İstanbul: Sarmal Yayınevi.

Çalık, S. (2005). Balkanlarda Osmanlı Düzeni. İstanbul: Bosna Vakfı Yayını.

Gökdağ, B. A. (2012). Balkanlar: Etnik Karmaşanın Dilsel Boyutları. Karadeniz Araştırmaları Merkezi(32), 1-27.

İbrahim Yılmazçelik, A. G. (2016). 1812 Bükreş Antlaşması ve Rusya’nın Balkanar’ Müdahalesi . A. T. Zafer Gölen içinde, Balkan Tarihi Cilt I (s. 289-311). Burdur: Osmanlı Mirası ve Türk Kültürünü Araştırma Derneği Yayınları.

İnalcık, H. (2016). Türkler ve Balkanlar. M. S. Kafkasyalı içinde, Balkanlarda İslam Miadı Dolmayan Umut (s. 9-41). ANKARA: TİKA YAYINLARI.

İpek, N. (1994). Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri. Ankara: Türk Tarih Kurumu.

Kafkasyalı, M. S. (2016). Balkanlarda İslam Miadı Dolmayan Umut. ANKARA: TİKA YAYINLARI.

Karpat, K. (1992). Balkan (Cilt 5). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 05. 17., 2020 tarihinde https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/5/C05001786.pdf adresinden alındı

Konuk, N. (2010). Yunanistan’da Osmanlı Mimarisi. Ankara: Stratejik Araştırmalar Merkezi.

Koyuncu, A. (2010). Sofya’daki Sofu Mehmed Paşa Camisi ( Kara Cami)’nin Kiliseye Dönüştürülmesi. Ü. Şenel içinde, Uluslararası Balkanlarda Türk Varlığı Sempozyumu II Bildirileri (s. 129-146). Manisa: Celal Bayar Üniversitesi Yayını.

Kunt, M. (2000). Türkiye Tarihi. S. Akşin içinde, Osmanlı Devleti 1600-1908 3. Cilt (s. 45-70). İstanbul: Cem Yayınevi 6. Basım.

Kurubaş, E. (2004). Asmilasyondan Tanımaya Uluslararası Alanda Azınlık Sorunları ve Avrupa Yaklaşımı. Ankara: Asil Yayın Dağıtım.

Nasuhbeyoğlu, T. (2008, Ekim). Pusula Derneği. Balkan Tarihine Genel Bir Bakış: http://pusuladernegi.org/wp-content/uploads/balkan_tarihi.pdf (Erişim Tarihi: 26.04.2020) adresinden alındı

Oral, E. (2004). Osmanlı İmparatorluğu. E. Öztürk içinde, Türk Tarihi ve Kültürü (s. 114). Ankara: Pegem Yayıncılık.

Öztürk, O. M. (1999). Balkanlar: Genel Durum ve Türkiye Açısından Bir Değerlendirme. Kök Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt(1)(Sayı(2)).

Resim:1. (2018). Balkan Savaşları Öncesinde Osmanlı Devleti Sınırları. (Erişim Tarihi:26.04.2020).http://www.osmanlidevleti.gen.tr/i-balkan-savasi-birinci-balkan-savasi-1912/ adresinden alındı

Sancaktar, C. (2011). Balkanlar’da Osmanlı Hakimiyeti ve Siyasal Mirası. Ege Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt (2)(Sayı(2)), 27-47.

Sancaktar, C. (2019). Balkanlar’da Osmanlı Mirasından Arınma Siyaseti. Balkan ve Yakın Doğu Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt (5)(Sayı (3)).

Sancaktar, C. (2019). Balkanlar’da Türk ve Müslüman Milletler : 19. Yüzyıldan Günümüze Milliyetçiliğe Karşı Varoluş Mücadelesi. Balkan ve Yakın Doğu Sosyal Bilimler Dergisi.

Yalınkılıç, K., & Yağmur, K. (2014). Batı Trakya Türklerinin Anadillerine ve Kültürlerine Karşı Tutumları. Bilig(Sayı :70), 283,308.

Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir