Genel

ABD’nin Afganistan’dan Çekilmesi ve Rusya’nın Afganistan Politikası

11 Eylül 2001 terör saldırılarının ardından Amerika Birleşik Devletleri (ABD),  Afganistan’da yaklaşık yirmi yıl boyunca bulunduktan sonra 2020 yılının Şubat ayında Taliban ile yaptığı anlaşma sonrası ülkeden çekilme kararı almıştır. ABD’nin böylesi bir karara varmasının ardında kamuoyunun tepkisinin olduğunu ve Donald Trump’ın bir seçim vaadi olarak Afganistan’dan çekilme konusunu gündeme getirdiğini söylemek mümkündür. Nitekim bu süreç, ABD’nin yeni başkanı Joe Biden ile hayata geçirilmiş ve ABD Afganistan’dan resmen 31 Ağustos 2021 tarihinde tamamen ayrılmıştır. Tabi bu sürecin arkasında bazı nedenlerin de yattığını tahmin etmek mümkün gözükmektedir. Özellikle son yıllarda Çin’in yükselişi ve ABD’nin hegemonyasının sorgulanmaya başlaması böyle bir karar almasında etkili bir itici güç olmuştur. ABD yalnızca Afganistan’dan değil ayrıca Ortadoğu bölgesinden de “kontrollü bir el çekme” gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Çin’in yükselişini baltalamak adına tüm dikkatini AsyaPasifik bölgesine ve o bölgede yapılacak ittifaklara vermeyi tercih etmektedir.

Taliban’ın Afganistan’daki yönetimi tamamıyla ele geçirmesi ve oluşabilecek güç boşlukları hususu Rusya’nın dikkatini fazlasıyla çekmektedir. Ayrıca Rusya, ABD’nin ülkeden çekilmesinin bir başarısızlık emaresi olarak düşünürken, oluşacak güç boşluğundan faydalanmak isteyecek olan cihatçı grupların iç karışıklıklara ve bu karışıklıkların oluşturacağı güvenlik sorunlarının yakın çevresine sıçrama ihtimalinden de oldukça endişeli gözükmektedir.

2003 yılında terör örgütü listesine Taliban’ı ekleyen Rusya, son yıllarda Afganistan’da bazı süreçleri işleten aktör olarak da karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Rusya’nın Afganistan’da siyasi hususlarda aralarında Taliban’ın da bulunduğu gruplara arabuluculuk yaptığı da bilinmektedir. Aslında Rusya’nın ülkede uzun süredir, günümüzde yaşanabilecek konuları öngörerek hareket ettiği görülmektedir. Rusya’nın böylesi hamlelerde bulunmasının ana nedeni de yakın çevresinde ve komşu ülkelerinde doğabilecek güvenlik sorunları kontrol altında tutabilme isteğidir. Dolayısıyla Rusya, Post-Sovyet coğrafyasında sorunları çözen, işbirlikleri yaratan ve güvenliği sağlayan bir başat aktör olma isteğinin, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinin ardından daha da arttığı söylenebilir.

Afganistan’da geçtiğimiz yılın Ağustos ayının ortalarından itibaren hakimiyetini kazanmaya başlayan Taliban, ABD’nin çekilmesinin ardından ülkede yönetimi tamamen ele geçirmiştir. Taliban’ın ülke yönetimini ele geçirmesi beraberinde bazı endişeleri de getirmiştir. Özellikle Taliban’ın dini anlamda bir yönetim tercihi, dini hususları uygulamada noktasında hatalı ya da dar bir yorumla hareket edebilme ihtimali, ülkede başta kadın ve kızlar olmak üzere Afgan vatandaşları endişeye sokmaktadır. Bu ihtimalin gerçekleşme olasılığını iyiden iyiye düşünmeye başlayan uluslararası toplum da benzer endişeleri taşımaktadır. Afganistan’da Taliban yönetiminden kaynaklı bir insani krizin doğmasını istemeyen uluslararası toplum, Taliban hükümetini resmen tanımasa da diyalog kanallarını açık tutmayı tercih etmektedir.

Afganistan’da yaşanılan/yaşanılacak konuya sadece insani kriz noktasından bakmak, konunun sacayaklarından birinin eksik kalmasına neden olacaktır. Çünkü bölgede oluşacak/oluşan güç boşluğu bazı grupların ülkede mücadele içerisine girebileceği ve bunun da bölgesel bir güvenlik tehdidine mahal verebileceği öngörülmektedir. Nitekim Vladimir Putin’in Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) toplantısında “Afganistan’daki durum bildiğiniz gibi oldukça zor. ABD birliklerinin geri çekilmesinden sonra güç, kendi kural ve düzenlemelerini belirleyen Taliban’ın eline geçti. Ancak Devletü’l Irak ve’ş Şam (DAEŞ) bağlantılı bir dizi uluslararası terör örgütü devam ediyor. Suriye ve Irak’ta savaşma tecrübesi olan militanlar oraya çekiliyor ifadelerini kullanması güvenlik konusunun önemli bir sacayağı olduğunu göstermektedir. DAEŞ terör örgütünün ülke sınırlarından içeri sızma girişimine karşı uyarıda bulunan Putin, BDT üyelerini birlikte hareket etmeye noktasında uyarmaktadır. Çünkü Rusya, bu hususta mali, askeri ve politik sorumluluğu tek başına üstlenmeyi istemediği söylenebilir.

Afganistan’da Taliban’ın hakimiyeti söz konusu olmuş gibi görülse de ülkede mezhepsel bir dinamiğin altı kaşınmaya çalışılmaktadır. Nitekim yine geçtiğimiz yılın Ekim ayında iki hafta üst üste Cuma namazı saatinde ülkede Şii mezhepli kişilerin camilerine yönelik bombalı saldırılarda yüzlerce insan hayatını kaybettiğine şahit olunmuştur.

Böylesi bir ortamda Rusya’nın başkenti Moskova’da 20 Ekim tarihinde gerçekleştirilen görüşmeye, Taliban’ın da katılım sağlaması önemli bir gelişme olarak görülmektedir. Taliban’ın bir uluslararası müzakere masasına dahil edilmesi, Afganistan’ın geleceğinin inşası konusunda ümit verici bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Taliban’ın toplantıda yer alması uluslararası platformda her ne kadar tanınmış bir hükümet olmasa dahi temsil noktasında önemli bir gelişme olarak düşünülebilir.

Toplantının ardından Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov “Afganistan’da sürdürülebilir barışa ulaşma görevi güncelliğini koruyor. Bunun başarılması, her şeyden önce ülkenin sadece etnik değil, aynı zamanda siyasi güçlerinin de çıkarlarını tam olarak yansıtması gereken gerçekten kapsayıcı bir hükümetin kurulmasıyla mümkün” olabileceğini ifade etmiştir. Ayrıca Lavrov ülkedeki tartışmalı temel hak ve özgürlük sorunlarının ise en kısa sürede halledilmesi noktasında çağrı yapmıştır. Dahası Lavrov, Afganistan’daki insani krizi önlemek adına ülkeye önümüzdeki günlerde yardım göndereceğini de açıklamıştır. Eğer Taliban bu konularda ılımlı yaklaşım sergileyebilirse yavaş yavaş uluslararası topluma entegresi hayata geçirilmiş olurken, resmi bir hükümet olarak tanınma konusunu da hız kazanabilecektir.

Özetle, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesiyle başlayan süreç Rusya için büyük fırsatlarla birlikte bir takım tehditleri de barındırmaktadır. Özellikle Afganistan’da oluşacak bir güç boşluğunun cihatçı gruplar tarafından doldurulmak istenme ihtimali hem Afganistan’da hem de bölge ülkelerinde bir güvenlik tehdidine dönüşebilir. Bu minvalde Rusya, Taliban hükümeti ile diyaloğunu sıklaştırmakta ve uluslararası toplumun ve kendisinin taleplerini Taliban’a aktarmaktadır. Bu noktada Rusya, Taliban hükümetine karşı itici bir güç olabilecek “resmi tanınma” kartını da kullanabilir. Rusya’nın bu denli çaba harcamasının nedenleri arasında bölgedeki hegemon güç olduğunu ispatlamak ve yakın çevresindeki istikrarlı yapının bozulmasını önlemek olduğu da unutulmaması gerekmektedir. Fakat tüm bu beklentilerin aksine, Rusya’nın 24 Şubat 2022 tarihinde giriştiği Ukrayna Savaşı, bölgeye yönelik tam kapasitesini vermesine engel olmaktadır. ABD’nin ülkeden çekilmesinin yarattığı güç boşluğu ve olası kargaşa hali, hem Rusya’ya hem yükselen Çin’e hem de bölge ülkelerine tehdit oluşturmaktadır. Özellikle Çin’in yükselişine karşı önlemler almaya çalışan ABD’nin, ardında enkaz bırakması, Çin’in Kuşak-Yol Projesi’nin bir parçası olan bölge ülkelerini istikrarsızlığa sürüklenmesini beraberinde getirecektir. Bu minvalde Rusya ve Çin’in bölge ülkeleriyle entegre bir şekilde çalışarak, Taliban’ın uluslararası sisteme dahil olmasını ve ülkedeki istikrarsızlığın bölgeye yansımamasını sağlaması da önem arz etmektedir.

Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir