ABD,  Analiz,  Dr. Serdar Yılmaz'ın Yazıları,  Enerji,  Genel,  Rusya,  Savunma,  Türk Dünyası,  Yazarlar

16 Mart 1921 Moskova Antlaşması’nın Önemi Üzerinden Türkiye-Rusya İlişkilerinin Kısa Tarihçesi


16 Mart 1921 Antlaşması, 1921 yılında bir kurtuluş ve varlık savaşı veren Türk devleti için ilerideki yıllarda oluşturulacak olan egemenlik anlayışını
konsolide etmiştir. Sovyet Rusya’sının Türkiye’deki yeni oluşumu kabul ettiği, Osmanlı döneminde Çarlık Rusya ile yapılan her türlü yükümlülükleri ve finansal borçları sildiği bir antlaşmadır. Bu antlaşma ile Rusya, Kuvayı Milliye Hareketi’ne tüfek, top ve mermi temin etmiştir. Antlaşma ile Doğu sınırımızdaki iller topraklarımıza katılınca ordu birliklerimiz Batı cephesine sevk edilmiş ve peşi sıra zaferlere imza atılmıştır. Son olarak, bugün Rusya ile her alanda attığımız ortak adımlar ve ülke liderlerinin birbirlerine güvenmelerinin temeli aslında 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan “Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması” ile atılmıştır.

Buradan hareketle, ülkemizde akademik olarak yazılan ancak çok fazla okunmayan Türk-Rus ilişkilerini bir çırpıda okuyup bilgi sahibi olacağınız anlaşılır bir yazının kaleme alınması elzem olmuştur.

İLK DÖNEM İLİŞKİLER

Resmi olarak ilk ilişkiler 1492-1499 yılları arasında kurulmuş olsa da, Slav halkı olan Ruslarla Türkler, Hun, Göktürk, Hazar, Avar ve Moğol İmparatorlukları üzerinden uzun yıllardır etkileşim içerisindedirler. İlk başlarda küçük bir Knezlik olan Moskova’yı ciddi bir tehlike olarak görmediği için ciddiye almayan Osmanlı İmparatorluğu, o bölgeyi Kırım hanlıkları üzerinde idare edebileceğini biliyordu. Ancak 1500’lü yılların ortalarından itibaren Kazan ve Astrahan Hanlıkları’nı ele geçiren, öncesinde Moğol İmparatorluğunu yenen ve yavaş yavaş Türkistan coğrafyasına hâkim olmaya başlayan Ruslar, Osmanlı’nın radarına girmiş ve uzun yıllar sürecek olan Osmanlı-Rus savaşları böylece başlamış oluyordu.

Her bölgede şehirler ve kaleler inşa eden Ruslar, Osmanlı’ya karşı sayısız başarılar elde etmiştir. 17. ve 18. yüzyılda Avusturya, Venedik ve Lehistan gibi Avrupalı müttefikleri ile Kutsal İttifak kuran Ruslar, Karadeniz’in Kuzey tarafını ele geçirmiştir. Rus Çarı Deli Petro’nun sıcak denizlere inme hayali canlanmış, sonraki Çariçeler döneminde Osmanlı Rus-Savaşları Avrupalı müttefiklerin yardımıyla devam etmiştir.
10 Temmuz 1774 tarihindeki
Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım’ı kaybeden Osmanlı, Karadeniz’in hâkimiyetini Ruslara kaptırmıştır. Rusya, İngiltere ve Fransanın ittifakı ile Osmanlı donanması Navarin’de yakılmış ve Ruslar 19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı’yı ablukaya almıştır.

Rusların ilerleyişinden sonraları rahatsız olan İngiliz ve Fransızlar bu seferde Osmanlıya yardım etmiş ve Ruslar 1856 Paris antlaşması ile yenilgiye uğratılmıştır. Bu savaşın kini ile ilerleyen Ruslar 1877-1878 yıllarındaki 93 Harbi ile yüzbinlerce Müslümanı öldürmüş, Kars ve Erzurum’u işgal ederek İstanbul önlerine kadar ilerlemiştir. 3 Mart 1878 tarihindeki Ayestefanos Antlaşması ile Osmanlı Devleti Avrupa ve Kafkasya’daki topraklarını tamamen kaybetmiştir. Rusya daha sonra hem 1912’deki Balkan Savaşları’nı tetiklemiş hem de 1914’te Almanya ile ittifak kuran Osmanlıya savaş ilan etmiştir. Sarıkamış Harekatı’nın başarısız olmasıyla Erzurum, Erzincan, Trabzon ve Muş’u ele geçiren Ruslar, 1917 Bolşevik İhtilali’nden sonra Osmanlı ile mütareke imzalayarak savaşa son vermiştir. 1918’de Mondros Antlaşması’nın kabulü ve 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’un İtilaf devletlerince ele geçirilmesiyle Milli mücadele dönemi başlamış ve Türk-Rus ilişkileri de bambaşka bir seyir almıştır.

SOVYET DÖNEMİ VE SONRASI İLİŞKİLER

Sovyet dönemi Türk-Rus ilişkilerine bakacak olursak, Sovyetlerin emperyalistlere karşı bir yandan Milli mücadeleye destek verdiğini diğer yandan ise kendi komünist ideolojilerini Anadolu’ya yayma çabalarını görürüz. 26 Nisan 1920 tarihinde Atatürk’ün, Lenin’e bir mektup yazarak Sovyet Rusya’sını tanıdığını bildirmesi üzerine 16 Mart 1921 tarihinde iki ülke arasında “Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması” imzalanmıştır. 1925’de ise “Karşılıklı Saldırmazlık Antlaşması” imzalanmak suretiyle sınırlarımız garanti altına alınmıştır. Ancak ilerleyen yıllarda Sovyet yayılmacı emellerini gören İnönü hükümeti, Sovyetlerin 1945’te Kars ve Ardahan’ı, 1946’da ise Boğazları istemesi üzerine Amerika’nın önderliğindeki Batı blokuna entegre olmuştur. Türkiye’nin NATO üyeliği ile Sovyet tehdidinden kurutulduğu sonraki yıllarda ikili ilişkiler durağan ve ekonomik düzlemde devam etmiştir. Ancak 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra Sovyetler, Türkiye’yi hedef almış, Yunanistan ittifak kurmuş ve böylece Türkiye, Batı ile tekrar ittifakını perçinlemek zorunluluğu hissetmiştir. Sovyetlerle olan mesafe 1991 yılında SSCB’nin yıkılışına kadar devam etmiştir.

1991 sonrası Türk-Rus ilişkileri ise öncekilerinden çok farklı olmuştur. Sovyetlerin çökmesiyle Türkiye, ortak kökene, dile, tarihi ve kültürel bağlara sahip olduğu Orta Asya ve Kafkasya Cumhuriyetleri ile tanışmış, onlara hukuki ve iktisadi ciddi yardımlarda bulunarak Amerika’nın da desteğiyle “Model Ülke” olmuştur. Aynı zamanda Rusya Federasyonu ile olan ilişkilerde de ortak ekonomik ve kültürel projeler gerçekleştirilmiştir. Benzer dönemlerde iktidar olan Sayın Erdoğan ve Putin, karşılıklı kazan-kazan vizyonu geliştirmeye çalışmış, özellikle ekonomik ve kültürel alanlara çok dikkat etmişlerdir. Ancak özellikle siyasi olarak 2008 yılında Rusya’nın Gürcistan’a saldırması ve 2014 Kırım İlhakı sonrasında her iki ülke farklı alanlarda konum almıştır. Türkiye, geleneksel partneri olan NATO ve Batı ile beraber ederek hem Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü desteklemiş hem de Kırım’ın ilhak edilmesini tanımamıştır.

Bazen olumlu bazen olumsuz seyreden ikili ilişkiler, 2010 yılından itibaren ivme kazanmış ve iki ülke arasında Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi kurularak, nükleer enerji santrallerinin inşa edilmesi, karşılıklı vize serbestisi, ihracat ve turizmin arttırılması konularında tarihi zirveler yaşanmıştır. Ancak bu zirveler 24 Kasım 2015 tarihinde angajman kuralları gereği Rus savaş uçağını düşürmemiz ile dibi görmüştür. Yaklaşık bir yıl sonra AK Parti Hükümeti Rusya’da resmi bir özür dilemiş ve ilişkileri önceki seviyelere getirmek istemiştir. Bundan soran ikili ilişkiler Karlov suikastı, Rusya’nın Suriye’deki varlığı, Türkiye’nin Ortadoğu ve İŞİD politikasını Rus hava sistemine göre revize etmesi gibi olumsuzluklara rağmen artarak devam etmiş; iki ülke arasında Türk Akımı antlaşması imzalanarak nükleer tesislerin inşası kaldığı yerden devam etmiştir.

Her iki ülke liderinin son dönemlerde birbirlerine yapıcı tutum sergilemeleri, aralarındaki anlaşmazlık ve çıkar çatışmaları olsa da tartışmalı meselelerin çözümü noktasında ortak hareket edebilmeleri ilişkilerin pozitif seyrettiğini göstermektedir. Çünkü her iki liderde şunu çok iyi biliyor: Rusya-Türkiye ortaklığı bir tercih değil bir zorunluluktur. Bölgenin güvenli ve istikrarlı olması her iki devletin birbirlerine karşı yapıcı olmasına bağlıdır. Türkiye ve Rusya çatışma halinde olursa bölge ülkeleri diken üstünde olur. Bu durum Rusya’nın savaş uçağının düşürülmesinden sonra Türkiye’ye uyguladığı ambargo ve takındığı düşmanca tavır süresince çok iyi gözlemlenmiştir.

Türkiye’nin Rus gazına bağımlı olmasından dolayı asimetrik ilişkilerde üstün olan Rusya, Türkiye’yi hala daha bir partnerbir ülke olarak görmektedir. Hâlbuki Türkiye, Rusya’yı stratejik ortak ilan etmiştir.

SONUÇ

Sonuç olarak, yakın dönem Türk-Rus ilişkileri bölgesel rekabet (Suriye, Libya, Kafkasya), askeri ihtilaflar (Gürcistan, Kırım’ın ilhakı, 2019’da 34 askerimizin şehit edilmesi) ve çatışan menfaatler (NATO Füze Kalkanı, Libya meselesi, Esad perspektifi, Rusya’nın YPG’ye desteği)  ile sınansa da hem Erdoğan hem de Putin diyaloğu sürdürmüşlerdir. Her iki ülke arasındaki mevcut ortaklığın ekonomi temelli olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü her iki ülkede yukarıda sayılan çatışma alanlarına rağmen ipleri koparmamıştır, müzakere masasını devirmemiştir. Her iki ülke de kendi temel çıkarlarını gözeterek ekonomi odaklı bir ortaklık ilişkisi inşa etmişlerdir. Ekonomik ortaklık siyasi ilişkilere yeterince yansımamıştır. Ekonomik ilişkilerde denge Rusya’nın lehine olduğu için iki ülke arasında kırılgan bir güven durumu vardır. Özellikle siyasi alanda her iki ülkenin de temel çıkar ve beklentilerinin farklı olması, ilişkilerin stratejik bir ortaklığa erişmesi için biraz daha zamana ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Türkiye’nin çok net bir Rusya politikası olmamasına rağmen Rusya’nın çok net bir Türkiye politikası vardır, o da şudur: Rusya, Türkiye’yi mümkün olduğu kadar yakınında tutarak kontrol etme politikasına sahip bir ülkedir. Rusya, Türkiye’nin sırtını rahatça dayayabileceği ve gereğinden fazla güvenebileceği bir ülke değildir. Ak Parti hükümeti bu gerçeği bir an bile unutmamalı ve dış politikada dostlarımızın sayısını arttıracak hamlelerden asla vazgeçmemelidir.  

Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir